MİLLİ VE DİNİ DEĞERLERİMİZ Fahrettin ALİŞAR

MİLLİ VE DİNİ DEĞERLERİMİZ

Fahrettin ALİŞAR

Millet homojen fertlerden oluşur. Milleti ayakta tutan kültürüdür. Bir insan için kalp ne ise, bir Millet için de kültür odur. Milleti ayakta tutan kültürdür.

Bir milletin varlığı, mili ve dini değerlerine bağlıdır. Milli ve dini değerlerin yıpranıp, devre dışı kaldığı yerde, millet dağılır ve yerini birbirine düşman insan toplulukları alır. Milli ve dini değerler, bir insanın kalbini besleyen damarlar gibidir. Bu damarlar tıkanırsa, insan hayatını kaybeder.
Bizim çocukluğumuzda, köylerde ve ağıllarda taş evler yaygındı. Ev yapmak isteyenler, demir levyeler veya ağaçtan kaldıraçlar yardımıyla, birbirine kilitli taşları yerinden sökmeye çalışırlardı. Burada çalışan büyükler şöyle derdi: “Hele taşı yerinden bir kımıldatalım, gerisi kolay!” Bir milletin milli ve dini değerleri bir defa yerinden kımıldamaya görsün, devamı gelir.
Bizim dini ve milli değerlerimiz ilk sarsıntısını 1839 Tanzimat Fermanı ile yaşadı. Bu sarsıntı kedisini öncelikle milli yapımızda hissettirdi. Tanzimat’ın hemen ardından hızlı bir taklit ve yabancılaşma furyası başladı. Avrupalı gibi giyinmek, Avrupalı gibi eğlenmek, Avrupalı gibi yiyip içmek! Bu hastalığın başını da aydınlar çekti.

Bu konuda en güzel tespiti Cemil MERİÇ yapmıştır:
“-Tanzimat sonrası Türk aydınına en çok yakışan sıfat: Müstağrib. Edebiyatımız bir gölge-edebiyat, düşüncemiz bir gölge-düşünce. Üç edebi nevi itibarda: Taklit, intihal, tercüme.”
Tanzimat’la dini değerlerimizin aldığı yara çok derin oldu. Yaranın bütün vücudu sarması biraz uzun sürdü, lakin sonuçta hastalık bugün artık tedaviye cevap vermez duruma geldi.

Dini değerler bir ruhtur, bir anlayıştır. Ruhu öldürürsek, geriye bir iskelet kalır. İskelete ruh vermek çok zordur.
Bugün aile yapımıza bir bakalım! Dede bir odada namaz kılarken, aile fertleri salonda Aşk-ı Memnu dizisi izliyor. Namazdan sonra muhtemelen o da katılacak aile fertleri arasına!

Tanzimat’la başladığımız milli ve dini değerlerdeki sarsıntı, gizli ya da aşikâr artarak devam etti. Bugün içinden çıkılmaz noktalara ulaştı.
Esas üzülmesi gerekilen şey, toplumun hiçbir şey olmamış gibi halinden memnun görünmesidir. Hatta ve hatta aynı yolda yürümeye can atıyor olmasıdır. Bu ülkemizin geleceği için büyük bir felakettir.

BENİM BURNUM SENİN BURNUN, SENİN BURNUN BENİM BURNUM. - Fahrettin ALİŞAR

BENİM BURNUM SENİN BURNUN, SENİN BURNUN BENİM BURNUM.

Fahrettin ALİŞAR

Bu coğrafyada bağımsız olarak yaşamak için güçlü olmak gerekir. Gücünüzü kaybettiğiniz an, bağımsızlığınızı kaybedersiniz. Tarih bunun örnekleri ile doludur.

Tarihin dilinden anlayanlar iyi bilirler. Anadolu toprakları, emperyalist güçlerin sahnelediği oyunlarla doludur. Onun içindir ki, bu coğrafyada yaşayan benim insanım, uyanık olmak, müşterekleri etrafında toplanarak birlik beraberlik içinde yaşamak zorundadır. Emperyalist güçlerin istediği oyun olan, “birbirine düşmek, ayrılıkları öne çıkarmak” gibi tehlikeli yollara asla girilmemelidir.

Samsun’da Ahmet Türk’e yapılan yumruklu saldırıyı tasvip etmemiz mümkün değildir. Bu saldırı sonrası, Türk basınının “sağduyu” ortak noktasında buluşması olumlu bir gelişmedir. Bu ortak nokta, doğruyu yanlıştan ayırabilme basiretidir.

Sağduyu; toplum olarak, siyasetçi, kalem sahibi, vatandaş, asker olarak ve bunlardan da öte “insan olarak”, her zaman en muhtaç, en olmazsa olmazımız olan ve maalesef sürekli yitirmekte olduğumuz, devamlı erozyona uğrayan melekemizdir!

Samsun’da yaşanan o “çirkin” hadisenin görüntülerini televizyonlardan izlerken “sağduyu” hasreti çektik. Olay mahallindeki Sakık’ın, “bu insanlığa sığar mı!” diye feryat ettiğini izlerken, içimden dedim ki; “evet bu olay insanlığa sığmaz ama bunu söyleyebilen sen, keşke bunu terör olaylarında da söyleyebilsen!”

Şu soru önemlidir! Türk ve Sakık “bu insanlığa sığar mı!” hadisenin sıcaklığı geçince, kısa bir süre de olsa, kalbur kasnağının kenarına basmış duygusuna kapıldı mı, kapılmadı mı? Bu çok önemli bir sorudur. Çünkü bir insan sürekli kendini haklı, âlemi haksız görürse, olup biten iyi şeylerin tamamının kendinden neşet ettiği ve kötülüklerin hep başkasının eseri olduğu duygusunu yaşar. Söz ve fiillerinin kaynağını böyle bilgi ve hisler oluşturursa, o zaman bütün yollar sürekli ya hastaneye çıkar, ya da karakolda biter. Aynı şey bütün taraflar için geçerlidir. Türkiye’de onlarca yıldır olup biten de bundan başka bir şey değildir.

Kim kalbur kasnağının kenarına bassa suçu kalburda, kalburun sahibinde, kalburu oraya koyanda bulmakta, bir gün bile olsun, “ben de keşke önüme baksaydım” diyen çıkmamaktadır.

Türk ve Sakık’a sorarım! Siz, bir gün bile olsa masum insanları cayır cayır yakarak toplu taşıma araçlarını tabut haline getiren caniler için, “bu insanlığa sığar mı!” tepkisi gösterdiniz mi? Hayır göstermediniz, aksine, “demokratik haklarını kullanıyorlar!” dediniz.

Keşke bu terör olayları karşısında da “sağduyu” sahibi olabilseydiniz. Yapmadınız, yapamadınız. Çünkü emperyalist güçlerin size verdiği bir rol vardı. Onu oynadınız. İnsanları canlı canlı yakanlara destek vererek toplumun ve sağduyunun burnunu sürekli kırdınız. Sizi kullanan güçlerin size verdiği, “ayrılıkları öne çıkarın!” talimatını, harfiyen yerine getirdiniz.

Bunları sözlerken, asla Samsun’daki hadiseyi tasvip ettiğimi peşinen söyledim. Bu saldırı; tam da emperyalist güçlerin arzu ettiği, insanımızı birbirine düşürecek, ayrılık tohumlarının derinliğine ekilmesine sebep olacak türden bir saldırıdır.

Böyle günlerde “sağduyu” çok önemlidir. Sağduyu; toplum olarak yitirmekte olduğumuz, devamlı erozyona uğrayan bir melekemizdir.

Ahmet Türk ve O’nun gibi düşünen insanlarımız bilsinler ki; ne AB’si, ne ABD’si, ne Rus’u, hiç birisi onlara “demokratik hak”, “özgürlük”, “insanca yaşama” hakkı istemiyorlar. Onlar bu coğrafyada güçlü devlet istemiyorlar. Terörle boğuşan, ekonomisinin büyük bir kısmını terörle mücadeleye ayıran, bu uygulamalarla zayıflayan bir ülke istiyorlar. Onun için ayrılık tohumları ekiyorlar. Bu emperyalist güçlere çanak tutmamak lazımdır. Bu coğrafya hepimizindir.

Türk’ün de, Kürt’ün de kıblesi birdir, kitabı birdir, kültürü birdir. Aynı türkü ile hüzünlenir, aynı ağıt ile ağlarlar. Din ve kültür birliğinden daha güçlü bir birlik unsuru ne olabilir?

İşte Samsun’da saldırıya uğrayan Türk’ün, Sakık’ın ve onun gibi düşünenlerin bu noktaya gelmesi halinde, bu milletin her kesiminde “sağduyu” hakim olacaktır. Hatta ve hatta “sağduyu” çağrısı yapmaya bile gerek kalmayacaktır.

Anadolu topraklarında cereyan eden tarihi olaylara baktıkça, bu topraklarda yaşayan herkesin, “senin burnun benim burnum, benim burnum senin burnun” anlayışına sahip olması gerekir. Çünkü biz Cihan Devleti kurmuş olan Osmanlı’nın mirasçısıyız. Başka türlü bu coğrafyaya huzur gelmez.

20 LİRALIK RÜŞVET ETİK Mİ? - Fahrettin ALİŞAR

20 LİRALIK RÜŞVET ETİK Mİ?

Fahrettin ALİŞAR

Başbakanlık Etik Kurulu bir karar aldı. Bu karara göre; işlemleri kolaylaştıran memura 20 lira para verilmesi, “iyi niyetli hediye, bahşiş” olarak değerlendiriliyor.

Kararı alan kurul üyelerinin “rüşvet”e bakışı çok vahim! Rüşvetin azı-çoğu olur mu? Bir memura işlemleri kolaylaştırma karşılığında verilecek 20 lira bir rüşvet değil de nedir?

Rüşvet toplumu içten içe kemiren, kanser kadar tehlikeli bir hastalıktır. Rüşvetin varlığı, sadece ekonomik sıkıntılarla izah edilemez. Ekonomik sıkıntılar tetikler ama “rüşvet” ancak insan unsurunun bozukluğu ile izah edilebilir.

Gündemimizde her gün yer alan siyasi olaylar, rüşvet gibi gayri ahlaki zafiyetleri sürekli gölgelemektedir. Ülkemizde yıllardır; rüşvet-bürokrat-siyaset-ihale-mafya döngüsü vardır. Bunun mevcudiyetini kabul etmemek, başımızı kuma gömmeye benzer.

Yetkililer buna kıracak yerde, tam aksine hoş görecek söylemler üretmektedir.

Yöneticilerimizin söyledikleri şu cümleler, ülkemiz açısından içler acısı tabloyu göstermektedir:

“-Benim memurum işini bilir!”

“-Rüşvetin belgesi mi olur?”

“-Anayasayı bir kez delsek ne olur?”

“-Ben adamın zenginini severim!”

Şimdi bunlara bir de etik kurul tarafından “20 liralık hediye etiktir” anlamına gelen bir anlayış ilave edilmiştir.

Konunun siyasi yönünden daha çok etik yönü önemlidir. Adı “etik” olan bir kurulun hiç de “etik olmayan” bir kararıyla karşı karşıyayız.

Şunu kabul edelim! Küçük bahşişin meşru ve etik olduğu kabul edilir ise, bu durum bunu alan kişiyi, süreç içerisinde büyük rüşvet olmak için uygun hale getirir. Etik Kurul, eğer küçük rakamları “rüşvet” değil de “bahşiş” kabul ederse, hiç farkında olmadan insanları büyüğünü kabul etmeye de alıştırmış olur. 20 lira da olsa, işin tadını bir kez alanların, daha sonra hangi büyüklükteki bahşişi götüreceğini kimse tahmin edemez.

Yetkililer bana kızmasın! Bugün ülkemizde tepeden tırnağa yolsuzluğa batmış bir sosyolojik yapı mevcuttur. Bu yapıda; bahşiş, hediye, armağan gibi kavrakların “etik” ya da “etik olmadığı” tartışması açmanın hiçbir mantığı yoktur.

Bizim inancımızda ve tarihsel sürecimizde; haksız kazanç, intikâr, rüşvet, iltimas, sebepsiz zenginleşme gibi olgular, her zaman yanlış görülmüştür.

Bu olgular; hukuken suçtur. Dinen günahtır. Ahlaken kötüdür.

Bir toplumu çürüten iki olgu vardır. Bunlardan birincisi adalettir. Diğeri de yolsuzluktur. Bu iki olgu da ülkemizin üzerine çöken kâbus gibidir. Devletin kurumları etik ile estetik ile uğraşmaz. Bunları yok etmeye çalışır.

FAHRETTİN ALİŞAR

FAHRETTİN ALİŞAR


1963 yılında Konya'nın Derbent İlçesi'nde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Derbent ve Konya'da, yüksek öğrenimini G.Ü. Eğitim Fakültesi'nde tamamladı. A.Ü.de lisansüstü eğitimini (mastırını) bitirdi. Yüksek lisans tezini "Türk Memur Sendikacılığının Örgüt Yapısı ve Model Yaklaşımı" konusunda hazırladı.
Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde 17 yıl öğretmenlik ve idarecilikten sonra, Başbakanlık Müşavirliği görevine atandı. 3 yıl Devlet Bakanı Danışmanı olarak görev yaptı. Daha sonra Başbakanlık ÖZİ'ye uzman olarak atandı. Halen bu görevine devam etmektedir.
Mersin'de görev yaptığı yıllar; İçel halk kültürünün araştırılması ve yazılı hale getirilmesi amacıyla, bölgede derleme çalışmaları yaptı. Derlemelerini İçel Kültürü Dergisi, Erciyes Dergisi, Güneyde Kültür Dergisi, Millî Kültür Dergisi ve Millî Folklor Dergisi'nde yayınladı.

10 yıl süreyle Mersin'de, İçel Kültürü Dergisi'nin çıkarılmasına katkıda bulundu.
TRT GAP Televizyonu'na, KKTC Çocuk Oyunları ve İçel Çocuk Oyunları'nı hazırladı ve bu programların danışmanlığını yaptı.
Birçok dergi, bülten ve gazetede; halk bilimi, eğitim ve kamu sendikacılığı konularında araştırma ve makaleleri yayınlandı. Yine birçok yerel ve genel televizyonda bu konularda televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı.
Ahmet Yesevi Üniversitesi Ankara temsilcisidir.
Türkiye Yazarlar Birliği, İLESAM ve Türk Folklor Araştırmaları Kurumu üyesidir.

YAYINLANMIŞ ESERLERİ

· İçel Çocuk Folkloru
· KKTC Çocuk Folkloru
· DERBENT
· ÇİĞİL TÜRKLERİ ve AŞAĞIÇİĞİL
· Nefsimize Zor Gelen Yazılar
· Kamuda Görevde Yükselme Kitabı (GYS)
· Konya Çanakkale Şehitlerimiz
· Derbentli Şehitlerimiz

YAYINA HAZIR ESERLERİ

·Konya Yer Adları, Yerleşik Bulunan Oymak, Cemaat ve Aşiretler
·Türk Memur Sendikacılığının Örgüt Yapısı ve Model Yaklaşımı (Tez Konusu)

falisar@mynet.com