KÜRESEL ÖRÜMCEĞİN BAŞIMIZA ÖRDÜĞÜ AĞDAN, ÖNCE İNSANIMIZI KURTARMALIYIZ.

KÜRESEL ÖRÜMCEĞİN BAŞIMIZA ÖRDÜĞÜ AĞDAN, ÖNCE İNSANIMIZI KURTARMALIYIZ.


Fahrettin ALİŞAR

falisar@mynet.com



Ahlâken, ilmen, fikren ve vicdanen tükenmiş olan insanlardan meydana gelen toplumların geleceği hüsrandır. İnsanın çöktüğü, insanlığın tükendiği bir toplumda; geleceğe umutla bakmak beyhudedir.

Bir toplum için; doğal kaynaklar, su, enerji, bitki rezervleri önemlidir. Ancak bunlar, insanlar için vardır. Toplumlar; bu kaynakları tüketmemek için verdikleri uğraşılar kadar, ahlâki rezervleri tüketmemek için de uğraşı vermelidir.

Türkiye’de derin bir insani iflas yaşanmaktadır. Bu ülkenin doğal rezervlerinden önce, ahlâki rezervleri tüketilmiştir.

Rüşvet, tecavüz, hırsızlık, yolsuzluk, cinayet haberleri, her gün televizyon ve gazetelerin ilk sayfasını dolduruyor. Sadece bunlar mı? Bu ülkede artık “ölü soygunculuğu”nun yapıldığına da şahit oluyoruz. Açıyorsunuz televizyonu, amatör bir kameranın çektiği, insanın kanını donduran “ölü soygunculuğu”nu sanki bir film seyreder gibi seyrediyorsunuz. Bir trafik kazası oluyor. Kazada iki kişi ölmüş, yolun ortasında yatıyor. Üzerlerine gazete kâğıdı örtülmüş, sağlık elemanları onları tabuta yerleştirmeye çalışırken, yanlarına birisi yardım görüntüsü ile geliyor. Ölmüş olan kişilerin cesetlerinin yanı başındaki cep telefonunu kurnazca cebine indiriyor, sonra da cenazenin tabuta yerleştirilmesine yardımcı oluyor. Cenazenin yanından ayrılırken de, takibe alan polis tarafından yakalanıyor.

Gayet soğukkanlı bir vaziyette “ölü soygunculuğu” yapmak! Aman Yarabbi! Bu nasıl bir duygudur. Bunu yapan gerçekten insan olabilir mi? Bu nasıl bir nefistir? Nefsini kutsallaştıranlara: “Aman ha ölüm var, unutmayın!” diye nasihat eden benim büyüklerimin nasihatları acaba insanlara değil miydi?

Bu sadece bir münferit olaydır diye geçiştiremiyorum! Geçiştiremem! Bu ülkede hırsızlık, yankesicilik, kapkaç işlerini yapan mahalleler var. Fuhuş, uyuşturucu işlerini yapanların oluşturduğu semtler var.

Bu noktaya nasıl gelindi?

Bu ülkede; yıllardır “küresel örümceğin” ağlarını ördüğüne şahit olduk. Kimliğimizden, inançlarımızdan, değerlerimizden uzaklaştırılarak, yalnızca yiyip içen, eğlenen, televizyon seyreden, tuvalete giden ama asla düşünmeyen, güncel ihtiyaçları dışında asla tepki vermeyen birer tüketim organizmalarına dönüşen insan tipi oluşturulmasını, sadece ve sadece izledik. Sonunda da; sorgulamayan, araştırmayan, sürekli uyuyan, nemelazımcı bir sürü haline geldik.

Kredi borcu, ev borcu, araba borcu ile teslim alındık. Karınların nasıl doyurulacağını, faturaların nasıl ödeneceğini düşünürken, ülke meselelerini düşünemez hale geldik.

İnsanımız; sanal dünyada heyecan içerisinde oyunları izlemeye koyulurken, gerçek dünyada evlerinin soyulduğunu göremedi.

Bir siyasi partinin lideri almış eline mikrofonu, kendisini dinleyemeye gelenlere, İsmet İnönü’ye ait olduğu söylenen sözü haykırıyor:

“-Bu ülkede namuslular, en az namussuzlar kadar cesur olmadıkça, bu ülke kurtulmaz!”

Bunu söyleyene şu önemli uyarıyı yapmak lazımdır: “Cesareti olmayanın, namusu olmaz!”

İnsanlığın soysuzlaşması, toplum için müthiş bir tehdittir. Bu ülkede yaşanan olaylar gösteriyor ki; insani değerler iyice dibe vurmuştur. İnsan kalitesi iyice düşmüştür. Devlet ve millet soyuculuğu, “ölü soyuculuğu”na dönüşmüştür.

Maddi konulardaki eksikliklerin telafisi vardır, ancak insanlık kaybının telâfisi mümkün değildir!

Unutmayalım! İnsanı esas almayan, özünde ahlâki unsurları barındırmayan bir sistemin ayakta durduğuna, tarih şahit olmamıştır.


www.fahrettinalisar.com

ARİSTO TAKTİĞİ İLE BUNALTILAN TÜRKİYE

ARİSTO TAKTİĞİ İLE BUNALTILAN TÜRKİYE

Fahrettin ALİŞAR

falisar@mynet.com

Biz darbeyle örgütle meşgul olurken, gözden kaçan önemli bir konu var. Hem de ülkemizin kanını, kene gibi emen bir konu!

Merkez Bankası ödemeler dengesi verilerine göre, “yabancı yatırımcılar”; son beş yılda, Türkiye’den tam 25,5 milyar dolar rekor kâr ederek, kendi ülkelerine aktardılar. Bu yatırımcılar; Türkiye’deki doğrudan yatırımlarından elde ettikleri kârların 7 milyar 569 milyon doları ile, borsa, devlet iç borçlanma senetleri gibi finansal araçlara yaptıkları portföy yatırımlarından kazandıkları 17 milyar 798 milyon doları, yurt dışına transfer ettiler.

Merkez Bankası’nın bu verilerine göre; 2000’li yılların başında 300-400 milyon dolar arasında seyreden, 2003 yılında 643 milyon dolar olan, “doğrudan yatırımlardan kâr transferleri”, 2004 yılıyla birlikte belirgin bir şekilde arttı. Doğrudan yatırımlarda 2004 yılında 1 milyar 43 milyon dolara ulaşan kâr transferi, 2005’te 1 milyar 51 milyon, 2006’da 1 milyar 168 milyon ve 2007 yılında 1 milyar 193 milyon dolara ulaştı.2008 yılının ilk beş ayında da doğrudan yatırımlarda 1 milyar 471 milyon dolarlık bir kâr transferi yaşandı.

“Sıcak para” olarak gelen ve Türkiye’de borsa ve devlet iç borçlanma senetleri başta olmak üzere, çeşitli finansal yatırım araçlarına yatırım yapan, yabancı sermayenin; bu yolla elde ettiği kazançlardan, yurt dışına transfer edilen tutar; son yıllarda hızla büyüdü. 2003 yılında 2 milyar 616 milyon olan yabancıların portföy yatırımlarından kâr elde ederek, yurt dışına aktardığı tutar, 2004 yılında 2 milyar 905 milyon, 2005 yılında 3 milyar 326 milyon dolara çıktı. Yabancıların portföy yatırımlarından yaptığı kâr transferleri, 2006 yılında 3 milyar 463 milyon, 2007’de 3 milyar 735 milyon dolara yükseldi. 2008 yılının Ocak-Mayıs döneminde ise yabancı yatırımcılar, Türkiye’deki portföy yatırımlarından elde ettikleri 1 milyar 753 milyon doları yurt dışına aktardı.

Bu durum, ülkemizin cari açığını çığ gibi büyüttü. Cari açık, Cumhuriyet Dönemi’nin en yüksek seviyesine çıktı.

240 milyar dolar olan dış borç, 380 milyar doları aştı.

Ülkemizde her bebek 8 bin 39 YTL borçla doğarken, yabancılar Türkiye’nin kaymağını yiyor.

Biz darbeyle, örgütle meşgul olurken, gözden kaçırılan bir diğer önemli konu da; ABD şirketlerinin Karadeniz Türk kara sularında petrol aramaya başlamalarıdır. Çok önceden petrol olduğunu belirledikleri kara sularımızda, “petrol arama girişimini” sessiz sedasız başaran ABD şirketleri, uyutulan kamuoyundan oldukça memnunlar. Bu kaynakların kullanıma açılmasını da bitirmek üzereler.

Bizim gündemimizde; “Türkiye’nin millî kuruluşlarını nasıl güçlendiririz, millî sermayemiz ile bu araştırmaları ve yatırımları nasıl yaparız?” yok. Ne var? Darbe, örgüt falan filan!

Bu gündem bizim gündemimiz değil! Bu gündemi biz değil, “Aristo taktiği” uygulayan, AB(D) belirliyor.

Kral Büyük İskender; Yunan filozof Aristo’ya yazdığı mektupla, bir soru sorar:

“-Ele geçirdiğim topraklardaki insanları, baskı altında tutabilmek için neler yapmalıyım?”

Bu sorunun altına, kendi önerilerini sıralar:

“1. Onları sürgüne mi göndereyim?

2. Onları hapse mi atayım?

3. Onları kılıçtan mı geçireyim?”

Filozof Aristo, bu önerilerin hepsine ayrı ayrı cevap verir:

“1. Onları sürgüne gönderirsen, sürgünde toplanıp sana isyan ederler.

2. Onları hapsedersen, hapishaneleri militan yuvasına çevirirler, denetiminden çıkarlar.

3. Onları kılıçtan geçirirsen, sonraki kuşak intikam hırsıyla büyür, krallık tahtını sallar.”

Büyük İskender’in önerdiği hiçbir yönteme onay vermeyen Aristo, kralın gücünü koruması için şu öneride bulunur:

“-İnsanların arasına nifak (ayrılık) tohumları ekeceksin ki; birbirleriyle mücadele etsinler, savaşsınlar. Savaşınca, hakem olarak kendini kabul ettireceksin, ama anlaşmaya giden bütün yolları tıkayacaksın!”

Bugün Türkiye’ye bu taktik uygulanıyor. Ayrılık tohumları ekiliyor, insanlar birbirleri ile savaştırılıyor, bütün yollar tıkanıyor ve AB(D) hakem olarak devreye giriyor.

Benim yorulmuş, hırpalanmış Anadolu insanım da; “Aristo taktiği ile bunaltılan Ülkem”in halini, çaresizlik ve acı içinde izliyor!


www.fahrettinalisar.com

ÜLKEMİZİN KANINI EMEN ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER

ÜLKEMİZİN KANINI EMEN ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER


Fahrettin ALİŞAR

falisar@mynet.com


Çok uluslu şirketler, sermayeleriyle kanımızı emiyorlar. ABD, İngiltere, Fransa, Hollanda, Almanya gibi ülkelerin “çok uluslu şirketleri” ülkemizi adeta “yolunacak kaz” olarak görmektedirler. Türk Telekom, TÜPRAŞ, Limanlar, Araziler, Bankalar derken; en son OYAKBANK’ı da “kaz” gibi yoldular.

Oyakbark’ı satın alan Hollanda bankası ING Gurup; 2003 yılında Türkiye ile ilgili yayınladığı “iktisadi yön” raporunun kapağında, Türkiye’yi “yolunacak hindi” olarak yatırımcılarına lanse etti. Ülkemizi “yolunacak kaz” olarak görmeyi daha nasıl tarif edecekler? Açıkça yayın organlarında söylüyorlar.

Yabancı sermaye ülkemize; yeni istihdam imkanı sağlamaya, doğrudan sanayi yatırımları yapmaya gelmiyor. Niçin geliyor? Bankacılık, sigortacılık ve emlâk gibi kar marjı yüksek sektörleri ele geçirmek için geliyor. Bunun açık örnekleri var. Yabancı sermaye tam 15 bankamızı satın aldı. Ülkemizde bankacılıkta yabancı payı yüzde 50’lere yükseldi. Yabancı sermayenin el attığı bankaların paylarına tek tek bakalım:


Banka: Satın Alan: Satılan Pay:


Demirbank HSBC Bank Plc Yüzde 100

Sitebank Yunan NovaBank SA Yüzde 100

TEB Fransız BNP Paribas Yüzde 50

Yapı ve Kredi Koçbank-İtalyan Uni Credit Yüzde 57.4

Dışbank Hollanda-Belçika Serm. Fortis Yüzde 89.34

Garanti Bankası General Elect.Con.Fin. Yüzde 25

C Bank İsrailli Bank Hapoalim Yüzde 58

Denizbank Belçika-Fransız Ser. Dexia Yüzde 75

MNG Bank Hariri Ailesi Bank MED Yüzde 91

Akbank Citibank Yüzde 20

Sitebank Yunan Novabank Yüzde 100

Tekfenbank Yunan EFG Eurobank Yüzde 70

Alternatif Bank Yunan Alpha Bank Yüzde 50

Oyak Bank Hollanda ING Bank Yüzde 100


Oysa sanayileşip kalkınmaya önem veren ülkelerde bu oran, yüzde 20’leri asla geçmemiştir. Bugün sanayileşmiş ülkelerde; bankacılık sektörü alanında, yabancıların payı oldukça düşüktür. Buna karşılık, IMF reçetelerini uygulan ülkelerde yabancı payı çok yüksektir.


Ülke Adı: Bankalarda Yabancı Payı :

İtalya Yüzde 8

Almanya Yüzde 5

İspanya Yüzde 10

Hollanda Yüzde 11

Fransa Yüzde 19

Yunanistan Yüzde 20

TÜRKİYE Yüzde 50


Ülkemizde; “AB’ye Uyum” yutturmacası ve “küreselleşme” edebiyatı ile yabancı sermaye hareketinin önü açıldı. Bu sermayenin kontrolü iyice zorlaştırıldı.

Yabancı sermaye; bizim gibi ülkelerde, istediği zaman “kriz” oluşturacak güce ulaştı. Bunun en iyi örneğini 2001 yılında Arjantin yaşadı. 2001 yılında Arjantin’de krizden önce, dışarıya 30 milyar dolar transfer ettiler. Bu transfer, krizi beraberinde getirdi. Arjantin krizinin benzeri ülkemizde de yaşandı. Ülkemizde yaşanan krizin de ana kaynağı, dışarıya dolar transferidir. Bu transferden sonra, küresel sermayenin en iyi uygulayıcılarından meşhur “Kemal Derviş” ülkemize teşrif etmiştir.

Bir yabancı banka işletmecisi; istediğinde elindeki mevduatı, dövize çevirip dışarıya transfer eder. Bu durumda dövize olan talep hızla artar. Ekonomik kriz böyle oluşur.

Bir başka açıdan değerlendirecek olursak; Türkiye’de en yüksek faizi yabancı bankalar alıyorlar. Yabancı bankaların tamamı, banka ve kredi kartları için, yasal faiz olarak yüzde 96 ve gecikme faizi olarak yüzde 106 faiz uyguluyorlar. Ziraat Bankasının uyguladığı faiz oranı ise yüzde 48’dir.

Ülkemizde yabancı bankalar, “lobi” oluşturmada etkin işletmeler haline de gelmişlerdir. Çoğu yazılı ve görüntülü medyada çok etkilidirler. Piyasa imkânlarını, beklentilerini kendilerine göre oluşturmaktadırlar. Bu uygulamaların Türkçesi; “Türkiye’nin iç ve dış politikalarını etkilemektir.”

Çok uluslu sermaye şirketleri; IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla, Türkiye’de paradan para kazanmakta, ülkemizi “yolunacak kaz” olarak görmekte ve istedikleri gibi politika uygulatmaktadırlar. Ne de olsa bizden görünüp, bunların politikasını uygulayan; “Türkiye’yi pazarlıyoruz”, “Babalar gibi satarım” diyen temsilcileri var!

Peki! “Türkiye’yi pazarlıyoruz!” “Babalar gibi satarım!” diyenleri, “pazarlamak” ve “babalar gibi satmak!” siz değerli okuyucularımın görevi değil mi? Hadi öyle ise 22 Temmuz’da işbaşına!..

YOKSULLUĞUN KÜRESELLEŞMESİ

YOKSULLUĞUN KÜRESELLEŞMESİ

Fahrettin ALİŞAR
falisar@mynet.com

1996 yılında, Michel Chossudovsky bir kitap yazdı. Adı “Yoksulluğun Küreselleşmesi”. Bu kitapta; birçok ülkede, küresel sermayeyi elinde bulunduranların çevirdiği dolaplar uzun uzun anlatılıyor.
Chosudovsky; Somali’de, gıda tarımının imha edildiğini, hayvancılığa dayalı ekonominin çökertildiğini, devletin imha edildiğini bir bir açıklıyor.
Ruanda’daki katliamların, IMF politikaları sonucu başlayan derin bir ekonomik krizin alevlenmesinin ardın çıktığını belgeleri açıklıyor.
Hindistan’da, Bangladeş’te, Vietnam’da iç ticaret kanallarının tıkandığını, yerli üreticilerin kendi pazarlarından dışlandığını, kıtlığın başladığını, çocukların kötü beslendiğini, çiftçilerin arazilerinin ellerinden alındığını, sağlık sistemlerinin çökertildiğini belgeleri ile izah ediyor.
Brezilya’ya büyük bir borçlanma oyununun uygulandığını, IMF korumasındaki reformların tüm halkın yoksullaşmasına yol açtığını rakamlarla izah ediyor.
Peru’da, Bolivya’da aynı oyunun oynandığının altını çiziyor.
Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra Bosna-Hersek’in yeniden nasıl sömürgeleşme sürecine itildiğini vurguluyor.
Tüm dünyada insanların, “IMF ve Dünya Bankası politikalarından başka çözüm olmadığına” inandırıldığını uzun uzun anlatıyor.
Chossudovsky’nin “Yoksulluğun Küreselleşmesi” kitabında verdiği örneklerden, IMF ve Dünya Bankası’nın, dünyada yoksulluğu nasıl küreselleştirdiğinin açık bir fotoğrafını görüyoruz.
Somali’de, Ruanda’da, Hindistan’da, Bangladeş’te, Vietnam’da, Brezilya’da, Peru’da, Bolivya’da, Bosna-Hersek’te ve de Türkiye’de; IMF ve Dünya Bankası’nın aşama aşama ülkeleri nereye götürdüğünü tahlil edebiliyoruz.
IMF ve Dünya Bankası’nın ekonomik politikalarını uygulayan ülkemizin geldiği tabloya bir bakalım.
Daha geçen gün Ankara Ticaret Odası bir rapor yayınladı. Bu rapora göre; Türk ailesinin bankalar, katılım bankaları ve tüketici finansman şirketlerine 2003 yılında 13,4 milyar YTL olan borcu, 2007 yılı sonunda 100,6 milyar YTL’ye yükseldi.
2007 yılında 15.6 milyar YTL faize gitti. Merkez Bankasının verilerine göre, 2003 yılında 180,3 milyar YTL olan hane halkı harcanabilir gelirinin 2007 yılında 340,8 milyar YTL’ye ulaştı.
Aileler, 2007 yılında her 100 liralık harcanabilir gelirin 29,5 lirası kadar borçlandı.
Vatandaşın bankalara olan borcu 100.6 milyar YTL ye yükseldi. Türkiye’nin toplam borcu yıllık milli gelir düzeyine ulaştı.
Vatandaş, uyuşturucu bağımlılığı gibi, borç bağımlısı haline getirildi. Borcunu borçla ödeyemez duruma düşen vatandaş, artık bunalıma giriyor ve iradesi zayıf olanlar intihar ediyor!
IMF ve Dünya Bankası; ülkemizde ve politikalarını yürüttükleri ülkelerde, “kalkınma ve yoksulluğu ortadan kaldırma ideali”ni ustaca unutturdu. Bunu gündeme taşıyan idealist kalemler törpülendi.
IMF ve Dünya Bankası bu ülkelerin seçimlerine de, yandaş finans kuruluşları ile ustaca müdahale etti ve netice elde etti.
Sonuçta, ülkemizin önemli birçok ekonomik değeri yabancılara satıldı. Karşılığı ise borç faizlerine gitti.
Türkiye’nin parasını Türkiye’ye borç olarak veren bir sistem oluşturuldu. Bu güçler; borsa ve bankalar yoluyla büyük kârlar elde etti. Bu kârlarına kâr katmaya da halen devam ediyorlar.
Ülkemizde; IMF ve Dünya Bankası’nın bu politikaları, “yoksulluğun küreselleşmesi”ni kaç tane yazar kaleme alıyor? Kaleme alan yazarların, yazdığı gazeteleri kaç kişi okuyor? İşte esas problem burada!


CÜPPELİ DARBE

Elektronik posta adresime soru gönderen birçok okuyucum, Anayasa Mahkemesi’nin son kararı ile ilgili görüşümü soruyor.
Bu ülke insanları, yıllardır kendi öz yurtlarında “garip”, öz yurtlarında “parya” muamelesine tabi tutuldular.
Ülke insanları; üniformalı darbelerle, boynu kravatlı küçük bir azınlığın dayatmaları ile horlandılar.
Bu ülke; “din ve vicdan özgürlüğünün” adresini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde arayan, alnı secde görmüşlerin varlığına da şahitlik etti.
Son olarak; Anayasa Mahkemesi, bir “cüppeli darbe” gerçekleştirdi. Bu mahkemenin verdiği karar; daha önce AİHM’nin, derslere türbanlı girmeleri engellenen iki öğretmenin “din ve vicdan özgürlüklerininin kısıtlandığı” iddiası ile yaptıkları başvuruyu “incelemeye” dahi gerek görmeden reddeden kararına paralel bir karardır.
Sonuç olarak; hem AİHM’nin, hem de Anayasa Mahkemesi’nin bu kararları, hukuki değil, siyasi birer karardır. Bu kararlar birer “cüppeli darbe”dir.

İÇİMİZDEKİ YANAKALAR

İÇİMİZDEKİ YANAKALAR

Fahrettin ALİŞAR
falisar@mynet.com

“Göründüğün gibi olmak”, “olduğun gibi görünmek” insanda olması gereken en önemli özelliklerdendir.
Günümüzde yaşanan bazı olaylara baktıkça, geçmişe bir yolculuk yapıyor; millî mücadele öncesi “mütareke basını”nın, Batı’nın istekleri doğrultusunda, “sömürge” olmayı, “mandacılığı” nasıl açıkça savunduğunu düşünüyorum. O zamanın gazetelerini karıştırırsanız, Batı hayranı çoğu sözüm’ola yazarın, “Hıristiyan’ın Müslüman’a tahakküm hakkı olduğuna” inandığını görürsünüz.
Ama o zamanki “mütareke basını”nın safları belli, niyetleri açıktı. Ya “günümüzdeki mütareke basını”na ne demeli? Safları belirsiz, niyetleri açık değil!
“Ilımlı İslâm” şemsiyesi ile, “Dinlerarası Diyalog” edebiyatıyla “çan sesi” ile iftar programları, kendi yazılı görüntülü medyalarının manşetlerinden inmiyor. Neymiş efendim, “diyalog” muş!.. Kiminle diyalog? Hıristiyan ile, Yahudi ile. Bunlarla yüz yüze görüştüğünüz zaman size; millî ve manevî değerlerden dem vurur. Bu dem vurma, onların millî ve manevî değerleri birer “araç” olarak kullandıklarının en önemli göstergesidir. Bir Müslüman; dinine küfredenle oturup, yemek yiyemez, iftar açamaz, hasbihal yapamaz!..
AB(D)’ci “yanaka basını” şayet, “millî ve manevî değerlere” bağlı ise, bunu bir “araç” olarak kullanmıyor ise, neden Şeytan Âyetleri kitabıyla, İslâm’a ve Müslümanlara hakaret eden Salman Rüşdi ile, soykırım iftiracısı Orhan Pamuk’un, Amerika Birleşik Devletleri’nin himayesinde “fikir düellosu” adıyla tertiplenen toplantıyı okuyucularına duyurmuyor?
ABD’de koruma altında bulunan Salman Rüşdi ile Orhan Pamuk neyin “fikir düellosu”nu yapacaklar? İslâm’ı Müslümanları aşağılamanın, karalamanın, herşeyden önemlisi Müslümanları, onların tabiri ile “ılımlılaştırma”nın düellosunu yapacaklardır! Bizim “yanaka basın”da, bu haber ile ilgili bir tek cümle yok.
AB(D)’ci yanaka basın; Salman Rüşdi’nin, İslâm’a hakaret ettiği için İngiltere’de, Amerika’da en ihtişamlı şatolarda, malikanelerde ağırlandığını da hiç yazmadı.
Yanaka basın; Orhan Pamuk’un Müslüman Türk Milleti’ni “soykırımcı” ilân etmesinden sonra, Amerika’da 1.8 milyon dolara ev aldığını da hiç yazmadı, yorumlamadı.
Daha geçen aylarda Libya’da bir olay yaşandı. Libya’da çöl ortasında çeşitli hastalık ile boğuşan çocuklara “şefkat eli” uzatmak amacıyla, Dünya Sağlık Örgütü’nün organizesi ile, bu ülkeye giden beş Bulgar hemşire, “tam 428 çocuğa” gizlice “HİV virüsü” şırınga ettiler.
Olup bitenlerden şüphelenen Libya Sağlık Bakanlığı, bir uzman heyet kurarak olayı araştırdı ve sonuç tam bir “insanlık suçu” idi. Bir gayri Müslüm Filistinli doktor ve beş Bulgar hemşire, “tam 428 çocuğa” “AIDS virüsü” bulaştırmaktan idama mahkum edildi.
İdam kararından sonra, Batı Dünyası ayağa kalktı. Libya hükümetinden “yeniden yargılanmalarına” karar aldırtıldı. Trablusgarb mahkemesinden ikinci kez “idam” kararı çıktı.
Bu kez devreye “AB komiserleri” girdi. Son sözü Libya hükümetine söyletti.
Libya Yüksek Adalet Divanı, “idam” kararını yeniden bozarak, “ömür boyu hapis” cezasına çeviriverdi. Bu da yetmedi.
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin eşi Cecilia’nın refakatında, özel bir uçakla Bulgaristan’a getirilen ve “kırmızı halılar” ile karşılanan doktor ve hemşireler, AB bünyesinde çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından “ödül yağmuruna” tutuldu.
Bu olayla ilgili olarak senaryolar yazıldı. Amerikalı senaristlerce yazılan senaryolar, şimdi Hollywood’da kameralara film olarak çekiliyor. Çok yakında sinema ve televizyonlarda film olarak izleyeceğiz.
Bunun ödüllük, sinemalık neyi var Allah aşkına! Sadece, “tedavi etmeleri” için ellerine teslim edilen tam 428 masum çocuğa, daha hayatı bile tanımamış olan minik bedenlere “ölümcül virüs” bulaştırmak, ne ile ifade edilebilir? Elbette bu bir vahşettir. Bu vahşeti, “bir Müslüman” işlese idi, bu Batı ayağa kalkar, ölüm cezasının derhal kaldırılıp, daha sonra serbest kalmaları için uğraşır mıydı? Yoksa onların derhal “idam” edilmelerini mi talep ederdi?
Bu olayı; “medeniyet” ile “Batı”nın asla beraber anılamayacağını, içimizdeki “yanaka basının”, bu olayları küçücük paragralar arasında geçiştirdiğini izah etmek için anlattım.
İçimizdeki “yanaka basının” bir kısmı “laiklik” kisvesi ile Batı’yı “medeniyetin beşiği” olarak görüyor. Diğer kısmı da; Batı’yı “şefaat kapısı” olarak görerek, okuyucularını buna göre yönlendiriyor.
Batı; kendinden olmayanları “insan” bile saymayan bir anlayışın hakim olduğu, “insanlık suçu” işleyip, bunu örtmek için; hukuku, adaleti, insan haklarını kullanan, “tek dişi kalmış bir canavardır.”
Batı’ya göre; vahşete kurban giden zavallı “Libyalı çocuklar”, sırf Müslüman oldukları için “insan” bile değildir.
Batı’nın bu fotoğrafına rağmen hâlâ bu Millete; Batı’yı “medeniyet” olarak sunmaya çalışan, “içimizdeki yanakalar” hiç utanmıyorlar. Çünkü bunların hâyâ damarları çatlamış.

GERİLİM ÜZERİNDEN MENFAAT, “YAHUDİ STRATEJİSİ”DİR.

GERİLİM ÜZERİNDEN MENFAAT, “YAHUDİ STRATEJİSİ”DİR.

Fahrettin ALİŞAR
falisar@mynet.com

Bugün Türkiye’nin gündemini; TÜSİAD içerisinde yuvalanan ve “küresel sermayenin” acentalığını yapan “tekelci sermaye patronlarının” emrinde olanlar belirliyorlar.
Türkiye’de servetleri toplamı 100 milyar doları aşan 22 bin “süper zengin” aile var. Bunların 3 bininin 8 milyar dolarlık servetini Akbank yönetiyor. 22 bin ailenin servetleri, 100 milyar doları aşıyor. Türkiye’deki “özel bankacılık” birimleri bu paranın 15 milyar dolarını yönetiyor. Bu rakamın 8 milyar dolarlık bölümü, Akbank Private Banking tarafından yönlendiriliyor.
Türkiye’deki 22 bin “süper zengin” ailenin 100 milyar doları aşan servetinin 60-70 milyar dolarını “her ihtimale karşı” yurtdışında tutuyor. Sadece Akbank’ın yönettiği en büyük kişisel servet, 1 milyar dolara yakındır. (Akbank’ın Private Banking’den (özel bankacılık) sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Fikret Önder’in, ünlü İngiliz Finans Dergisi Euromoney’den, aldığı ödül sonrası yaptığı değerlendirme konuşma metni.)
TÜSİAD yöneticilerinin, saklamak istediği hakikat ortada. Gelir dağılımında oluşan korkunç adaletsizlik ve en önemlisi “servetlerinin % 70’ini her ihtimale karşı, Türkiye’ye emanet edememeleri.”
TÜSİAD; “gerçek gündemimiz türban değil, ekonomidir!” diyerek, “servetlerinin yurt dışına taşıyamadıkları, % 30’luk bölümüyle” ilgili endişeni sergilemektedir.
Emirlerindeki yazılı-görüntülü medya ve tetikçi kalemleri ile, kendi istedikleri doğrultuda gündem belirlemektedir.
Bugün Türkiye’deki cinnet kültüründen, TÜSİAD sorumludur.
Fukaralaşan insanları dilenci durumuna düşürmekten, TÜSİAD sorumludur.
On kişiden yedisinin banka ve tefeci kapısında kıvranmasından, TÜSİAD sorumludur.
TÜSİAD; Avrupa Birlikçi, Amerikancı ve İsrailci’dir.
Üniversite kapılarında yaşanan “rezalet” tam sona erecek iken, yurtdışına gitme imkânı olmayan, fakir-fukara çocukları yeniden “eğitim haklarına” kavuşacak iken, hemen “provokatörleri” devreye sokan, gündemi eline alan bunlardır. Darbe çağrıları, başörtülü kızların notlarını kırma gibi çığlıkları ardı ardına sıralayan bunlardır. Olmayan ihtimaller üzerinden yola çıkıp, halihazırdaki zulmü bir hak olarak dayatan bunlardır.
Değerli okuyucularım! Gerilim üzerinden menfaat teminine kalkışmak, geleneksel bir “Yahudi stratejisi” dir.
Müslüman Türk Milleti, “laik-antilaik” diye bölünüp, parçalandıkça, “suni gündemler” ile oyalandıkça, bu durumdan kim veya kimler kârlı çıkacak?
Elbette emperyalist Amerika! Başka kimler? Avrupa Birliği ve tabii ki İsrail.
Yani bugün “laik-antilaik” kutuplaşmasına zemin hazırlayıp, birlik ve bütünlüğü parçalama çabaları kesinlikle emperyalizmin bir eseridir.
BOP kapsamında Türkiye’yi kendi emelleri doğrultusunda yeniden dizayn etmek isteyen emperyalistlerin yerli Ulakları, ellerini ovuştura ovuştura yangının üzerine körükle gidiyorlar.
Bugün meydanlara inen “provokatörlerin” beslendikleri kaynakların izini takip edin, hangi mahfillere hizmet ettiklerini çok iyi görürsünüz.
Perde gerisinde “Yahudi stratejisi” uygulayıp, “provokatörleri” devreye sokan emperyalistlerin “Yerli Ulakları”nın oyununa gelmeyelim. “Laik-anti laik kutuplaşması” oyununu bozalım! Bu sorunun çözümünde samimi olanlara yardımcı olalım! Aksi halde “Yahudi stratejisi uygulayanlar”ın oyununa gelmiş oluruz!

VAMPİR CHENEY VE ABD HEGEMONİK GÜCÜNÜN BİTİŞİ

VAMPİR CHENEY VE ABD HEGEMONİK GÜCÜNÜN BİTİŞİ

Fahrettin ALİŞAR
falisar@mynet.com

Küresel dengesizlik had safhada ve krize dönüşmüş durumda. Bu kriz finans krizi değil, konut krizi değil, “üretim krizi.” Büyük finans kuruluşları bir bir batıyor. Küresel piyasalara yön veren kuruluş olan “Bear Streans” battı.
Risk primi gittikçe yükseliyor. Endişeli bekleyiş, inanılması zor bir güvensizliğe neden oluyor.
Bu krizin görünümü ve ortaya çıkışı çok farklı. Eskiden bu tür krizler ağırlıklı olarak, gelişmekte olan ülkelerde meydana gelirdi. Bu kez “gelişmiş ekonomilerde” belirgenleşti. Diğer ülkeleri de bu girdap içine çekmeye çalışıyor. Sistem kilitlendi.
Bu kriz, “kapitalizmin krizidir.” Nerede duracağını kestirmek zordur. Ülkelerdeki “Merkez Bankaları”nın müdahaleleri, bunu doğrular niteliktedir.
Küresel sermayeyi yöneten aktörlerin, likidite artırma hamleleri, bir türlü işe yaramıyor. Piyasalara enjekte edilen yüz milyonlarca doların etkisi çok kısa sürmekte.
Bu kriz; kapitalizmin sonu, dolayısıyla “ABD hegemonik gücü”nün bitişi olabilir.
Bu kriz; ağır sosyal ve siyasal sorunları getirecektir. Bölgesel anlamda, çatışma risklerini artıracaktır. Bu çatışmaların çoğu Avrasya’da cereyan edecektir.
Bölgemizde, geleceği belirleyecek “stratejik kartlar” yeniden dağıtılacaktır. Dolayısıyla, yeni bir siyasi plân vücut bulacaktır.
Üretim sektöründeki krizden dolayı on binlerce insan işsiz kalacaktır. ABD’de şimdiden on binlerce kişi işinden olmuştur. Büyük şirketlerin iflasıyla beraber, küresel felâketin eşiğine gelinmiştir.
Dolar, “küresel referans para” özelliğini kaybetmeye başlamıştır. Dünyada “ekonomik armageddon” uyarısı yapan ekonomistler; ABD’nin ekonomik çöküşten kurtulma şansının, sadece onda bir olduğu görüşündedirler.
Amerikalı ünlü ekonomist Stiglitz, krizin Irak Savaşı’yla bağlantısı olduğunu belirterek; savaş harcamalarının ekonomiyi ciddi manada etkilediğini, ancak bu etki boyutunun, kamuoyundan gizlendiğini belirtiyor.
ABD Başkan adaylarından LaRouche de, 2001 yılında verdiği konferansta özetle şöyle diyor:
“-ABD olarak malî kriz içerisindeyiz. ABD, Carter’dan beri kötü yönetiliyor. Sistemimiz, iflas etmiş durumda. Ulaşım, enerji, eğitim, sağlık sistemlerimizin tamamı, altyapı ve sanayimiz çöküş halinde. Halkın yüzde 80’ini dar gelirliler oluşturuyor. Bunların durumu 1977’dekinden çok daha kötü. ABD’deki bu çöküş, kendini birden hissettirmez. Kötü politikalar devam eder ve kriz aniden gelir. Sadece ABD değil, Batı Avrupa da; (İngiltere’si, Almanya’sı, Fransa’sı ve İtalya’sı ile) iflasın eşiğinde. Asya’da yeni oluşumlar var. Rusya, Çin, Hindistan, Japonya yeni oluşumlar içinde. Şanghal İşbirliği Örgütü kuruldu. Böyle durumlarda dünya savaşları çıkarılır. I. Dünya Savaşı’nı, Asya’daki benzer oluşumların önünü kesmek isteyen, İngilizler çıkardı. Önce Balkanları tutuşturdular, sonra dünyayı. II. Dünya Savaşı’nı aynı maksatla Almanlar çıkardı. Şimdi, ABD ve İngiltere içindeki güçler; Asya’daki oluşumları engellemek için, dünya savaşı çıkarmak istiyorlar. Ağustos bunun için en uygun aydır. Bu savaşın adını da, Batı ile İslâm’ın savaşı olarak koyacaklar!”
LaRouche’un bahsettiği ekonomik kriz ve çöküş başlamış durumda. Bu krizin baş sorumlularından, “Vampir Dick Cheney” bu hafta Türkiye’deydi. Yetkililerimizle perde gerisinde neler konuşuldu tam bilemiyoruz ama, bu vampirin izlediği politikaları çok iyi biliyoruz.
Vampir Cheney; “haçlı seferi başlattım” diyen Bush’un, perde gerisindeki akıl hocası. Yahudi petrol şirketlerinin eski patronu. Siyonist İsrail’in güvenliği ve petrol uğruna, sadece Irak’ta bir milyon Müslüman’ın katili. Yüzde 99’u sivil, çoluk-çocuk, kadın ve yaşlı savunmasız insanların vampiri. 17 bin kayıp insanın, 7 bin hapislere atılan insanın, 2 milyon yerinden göçe zorlanan Müslüman Iraklı’nın da baş sorumlusu.
Afganistan ve Pakistan’da katledilen Müslümanların da katili.
Bu vampirin yeni hedefi, iktidardan gitmeden önce İran’ı vurmak. Hem de Türkiye üzerinden vurmak. Bunun için de, füze kalkanı projesini bir an önce devreye sokmak istiyor.
Ünlü yayın organı Us News and Word Report’a göre; Cheney’in Türkiye’ye gelişi, İran’a yapılacak müdahalenin ilk işareti.
Vampir Cheney, 2002’de de Ankara’ya gelmişti. Bu geliş tarihi, ABD’nin Irak’a yaptığı harekât öncesine rastlıyordu.
Bu kriz karşısında ülkemiz; olumsuz ekonomik uygulamalar neticesindeki tartışmalardan yorulmuş ve hırpalanmış durumda. Yorulmuş ve hırpalanmış insanımızdan, direnç beklemek boşuna!.
Vah Türkiyem vah! Emperyalist güçler şimdi de, Vampir Cheney kanalıyla kendi emelleri için Türkiye’yi sıkıştırıyor. Yorulmuş ve hırpalanmış Türk insanı da, dirençsiz, çaresiz izliyor!

ULAKLARIN VE UŞAKLARIN DİLİYLE TARTIŞMAYALIM

ULAKLARIN VE UŞAKLARIN DİLİYLE TARTIŞMAYALIM

Fahrettin ALİŞAR
falisar@mynet.com

Küresel güçler; ülkemizde yıllardır “ayrılıkları öne çıkarma”, “kutuplaşmayı derinleştirme” projelerini başarıyla yürütüyorlar. Alevî-Sunnî, Türk-Kürt, Sağcı-Solcu, Laik-Anti laik ayrılıkları hep bu güçlerin eseri.
Bugünlerde yine “başörtüsü” konusunu tartışıyoruz. Tartışmanın seviyeli olduğunu söylemek, oldukça güç! İçimizden yetişen bir “demokrasi sahtekârı” almış eline mikrofonu şöyle diyor:
“-Örtü Sümerlerde fahişelerin giysisi idi!”
Çok dikkatli takip ettim. Bu sözün üzerine bizim Andıççı, işbirlikçi ve ulakçı medyada çıt yok. Tepki, eleştiri yok.
İşi gücü; yemlendiği küresel sermayenin emirlerini harfiyen yerine getirmek olan, günümüz Artin Kemal’i de geride durmuyor ve şu incileri döktürüyor:
“-Başörtüsü bize Hıristiyanlıktan geçmiştir. Rahibelere ait bir kıyafetin parçasıdır!”
Bizim “Cuntacı Netekim Paşa” bu konuda geride durur mu? Katıldığı canlı yayında konuya teşhisi koyuverdi:
“Başörtüsü meselesi bize İran’dan geçti. Humeyni rejimi ile birlikte, bu rejim Türkiye’ye çok para akıttı. Üniversitelerdeki kızları teşvik etti. Fon oluşturdu. Ondan sonra kızlar, göğüşlerini de örtecek şekilde, toplu iğneli başörtüsü kullanmaya başladılar. Anadolu kadınları gibi örtünmeyi bıraktılar. Başörtüsü ile kapatılan baştaki saç ile, kaşların, kipriklerin ne farkı var? Onları da kapatsanıza. Ben Kur’an-ı Kerim’in türkçesini dikkatlice okudum. Bu konu ile ilgili yasaklayıcı bir ayete rastladım!”
Vay Netekim Paşa vay! Yetkili olduğu dönemde diğer ülke sorunlarına da böyle baktığın kesin. Çünkü ülkenin niye bu halde olduğu sorusuna açık bir cevap. Ayetleri anlayamaman çok normal. Çünkü kalbi mühürlenmiş insanların, muhakeme kabiliyetleri zayıftır.
Bu konu ile ilgili de bizim “ulak basın”dan yine çık yok.
Mümin, iman etmiş kişidir. Allah’a ve O’nun dediklerine iman eder. Hoşuna gitse de gitmese de Allah’ın her dediğini başla göz üstüne kabul eder. Ulaklar, uşaklar, dönmelik Sevi’ler, Artin Kemal’ler istedi diye, onlar savunuyor diye, onların işlerine gelmiyor diye, “hâşâ” yamultmaya, bozmaya kalkışmaz, kalkışamaz!..
Bu ulaklar ve uşaklar; kendi köşelerinde, barlarında, pavyonlarında, kulelerinde tartışıp, küçümseyebilirler. Kutsal kitabımız Kur’an’da, zaten bu tiplerden bahsedilir. Gizli gizli köşelerinde Allah’ı ve âyetlerini küçümseyip, halkın önüne çıktıklarında:
“-Yok canım, biz de inanıyoruz ama?...” diyenlerden bahsedilir.
İnanan insan, Allah’ın kelamını, emrini tartışmaz. O’nun kutsal kitabının emrini düşünür, akleder ve uygular. Müslüman için ölçü budur.
Lütfen Ulakların ve Uşakların diliyle tartışmayalım.

MÜSLÜMAN KAVGA ÜRETMEZ, NİFAK TOHUMLARI EKEMEZ

Alevî-Bektaşî geleneği; Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî’nin dediği, yaptığı ve önerdiğidir. Hacı Bektâş-ı Veli’nin Besmele Tefsiri, Fatiha Tefsiri ve Makalat’ı, Alevî-Bektaşî geleneğinin birer rehberidirler.
Birileri çıkıp; “ben dedeyim, ben şuyum, ben buyum” diye başlayıp, “Bektaşilik Hacı Bektaş-ı Velî’nin dediği gibi değil, benim dediğim gibidir!” diyorsa bu ne anlama gelir?
İslâm’ın en doğru yaşandığı devir, tartışmasız Hz. Muhammed (s.a.v.) sağlığındaki devirdir. İslâm, Hz. Muhammed (s.a.v.) ne dedi ve ne yaptıysa odur. Dayandığı temel Kur’an ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in sünnetidir.
Birileri çıkıp; “İslâm’ı Hz. Muhammed (s.a.v.) (hâşâ) bilmez, ben bilirim, çünkü ben İlâhiyat Profesörüyüm, ben rektörüm, ben dekanım, ben şuyum, ben buyum!” diyorsa ne anlama gelir?
Hz. Ali namaz kılarken şehit edilmiştir. Hacı Bektaş-ı Velî de namaz ehlidir. Kerbelâ’da 57 yaşında şehit olan Hz. Hüseyin (r.a) Efendimiz kıldığı namazlardan sadece iki rekâtını bize hediye etse, biz ömrümüz boyunca kıldığımız namazları kendisine hediye ederiz.
Sıffîn Savaşı’nda ve Kerbelâ’da savaşan taraflar, İslâm’ın şartları ve namaz konusunda birbirleri ile zerre fark göstermeyen insanlardı. Hz. Osman (r.a)’ın katillerinin cezalandırılması ile başlayan “ikilik” daha sonra saltanat kavgasına, yani siyasi bir boyuta dönüştü. Biz Müslümanlar olarak, bu siyasi boyut kazanan olaylarda “taraf” olmamalıyız. Biz Müslümanlara tarihte olmuş bir olaydan ibret almak düşer. Aklî olan, İslâmi olan budur. Müslüman kavga üretmez, nifak tohumları ekemez.
Bugün Hacı Bektaş-ı Velî sağ olsaydı; “ben dedeyim, ben şuyum, ben buyum” bahanesiyle, “namaz kılmayın!” derler miydi?
Bunları söylerken kesinlikle “bazı Aleviler namaz kılmıyor!” ayrılık tohumları ekmeyelim. Günümüzde sanki bütün Hanifi ve Şafiler namaz kılıyor mu?
Bu ayrılığın günümüze yansıyan döneminde, küresel güçlerin, “kavga üretmek için nifak tohumları ekme” teşebbüsüdür. Kendini ister “Alevî” ister “Sunnî” görsün, tüm Müslümanlara düşen görev; küresel güçlerin oyununa gelmemek, Kur’an ve Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sünnetine sımsıkı sarılmaktır.

TÜRKİYE AVRUPA BİRLİĞİ’NE GİRMEDEN, AVRUPA BİRLİĞİ TÜRKİYE’YE GİRDİ.

TÜRKİYE AVRUPA BİRLİĞİ’NE GİRMEDEN, AVRUPA BİRLİĞİ TÜRKİYE’YE GİRDİ.

Fahrettin ALİŞAR
falisar@mynet.com

Avrupa Birliği’ne giden yolun; çıkmaz bir sokaktan ibaret olduğunu yıllardır yazdım. Her sohbetimde yüksek sesle dillendirdim. Bunu asla “önyargıdan” dolayı yapmadım.Neden Avrupa Birliği’ne karşı olduğumu izah ettim.
Osmanlı’yı Anadolu’dan söküp; Asya steplerine sürmeyi amaç eden “Doğu Siyaseti”ni güden, Avrupa Birliği.
İslâmiyet’e karşı, tarihin en büyük “haçlı seferleri”ni başlatan Avrupa Birliği.
Çanakkale’ye bir neslimizi gömmemize sebep olan, Avrupa Birliği.
“Türkler 1915’te, Ermenilere soykırım yapmıştır!” Diyen Avrupa Birliği.
Anadolu’yu işgale kalkışan, Avrupa Birliği.
Filistin topraklarında, “Siyonist İsrail”in kuruluş temelini atan, Avrupa Birliği.
“Fırat ve Dicle havzasını uluslar arası bir komisyon yönetsin!” Diyen Avrupa Birliği.
“Camilerde, ‘Allah katında din İslâm’dır’ demeyin!” Diyen Avrupa Birliği.
“Türk Ordusu Kıbrıs’ta işgalcidir!” Diyen Avrupa Birliği.
“Türkiye’de Aleviler azınlıktır!” Diyen Avrupa Birliği.
PKK’yı kurduran, besleyen ve kucak açan, Avrupa Birliği.
Kıbrıs’ı Yunanistan’a peşkeş çekme gayreti güden, Avrupa Birliği.
Dinimiz İslâm’ı aşağılayan, “Şeytan Âyetleri” palavrasını kaleme alan Salman Rüşdi’ye kucak açan ve bu palavraları filme aldırarak, Avrupa sinemalarında oynatmaya çalışan Avrupa Birliği.
Vatikan’ın öncülüğünde, “Dinler arası diyalog” başlatarak, “antiemperyalist” bir din olan İslâm’ı, Siyonizm’in peçeli yüzü globalizme, yani uluslar arası kapitalizmin kan emiciliğine itiraz edemez hale getirmeye çalışan, Avrupa Birliği.
Cebine parayı doldurup gelen Yunan Kilisesi aracılığı ile bankalarımızı alan, Avrupa Birliği.
Çantasına Dolar ve Yuroları doldurarak, İngiliz ve Fransız şirketleri aracılığı ile, altın yumurtlayan Kuruluşlarımızı satın alan Avrupa Birliği.
“ABD-AB-İsrail” eksenli “ihanet politikaları” oluşturan, Avrupa Birliği.
“Haçlı-Siyon İttifakı”nın oluşturduğu Avrupa Birliği ile ilgili olarak, söylenmesi gerekenler elbette bunlarla sınırlı değil!
Bunları neden sizlere hatırlatma ihtiyacı duydum?
Geçen gün en yetkili kurum tarafından hazırlanan bir rapor, basına sızdı. Bu rapora göre “AB karşıtı olmak” ülkemiz için “tehdit” oluşturuyormuş! Adı tam konulmamış ama neredeyse “AB karşıtı” olanlar “terörist” ilân edilmiş!
Rapor basına sızalı beş gün geçmesine rağmen, yetkililer tarafından yalanlanmadı.
Buradan şunu anlıyoruz! Daha Türkiye Avrupa Birliği’ne girmeden, Avrupa Birliği Türkiye’ye girmiş!
Açık söylüyorum! Küresel emperyalist güç olan Avrupa Birliği’ne karşı olmak, her Türk vatandaşı için millî bir görevdir.
Millî devletleri ortadan kaldırarak, yeryüzünde kendi güdümleri altında “sömürüye” açık, “yeni bir dünya düzeni” inşa etmeye çalışan küresel güç Avrupa Birliği; “millî düşünenleri” teslimiyete zorlamak için, yerli işbirlikçileri üzerindeki baskılarını iyice artırmaktadırlar.
Bu baskıları dün; Abdülhamit Han’lar, Mustafa Kemal’ler, Mehmet Akif’ler, Seyid Onbaşı’lar, Yahya Çavuş’lar, Sütçü İmam’lar nasıl bertaraf etmiş ise, bugün de onların torunları bertaraf edecek güçtedir.
Çanakkale’yi geçilmez kılan şehitlerinin ruhunu taşıyanlara, Millî Mücadele’de akıttığı şehit kanları ile Anadolu topraklarını “vatan” yapan Mehmetçiğin ruhunu taşıyanlara, emperyalist AB’nin baskısı ile “terörist” gözüyle bakmak, hiç kimsenin haddine değildir.
Son sözüm şudur! Avrupa Birliği; benim ülkemi bölmek isteyen pis bir müstevlidir. Bunu söyleyenlere “terörist” gözüyle bakanlar da, bu müstevlilerin yerli uşaklarıdır.

TERÖR, KÜRESEL EMPERYALİZMİN KULLANDIĞI BİR ARAÇTIR.

TERÖR, KÜRESEL EMPERYALİZMİN KULLANDIĞI BİR ARAÇTIR.

Fahrettin ALİŞAR

Terör küresel emperyalizmin kullandığı, sistemli bir dize getirme aracıdır. Küresel emperyalizmin bir araç olarak kullandığı terör olayları da gösteriyor ki, emperyalizmin vicdanı yoktur.
Irak’ta, Afganistan’da, Vietnam’da, Filistin’de yapılan toplu katliamlar, Hiroşima’da, Nagazaki’de yüz binlerin üzerine yağdırılan atom bombaları, emperyalizmin vicdanının olmadığının açık birer fotoğrafıdır.
Terörü “dize getirme” aracı olarak kullanan “ABD-AB-İsrail” üçlüsünün eylemleri, hız kesmeden devam ediyor. İstanbul-Göngören’de patlatılan bombaların hemen ardından, Kerkük’te de aynı bombalar patlatılıyor. Hedef belli. Kin, nefret ateşinin yakılması ve iç savaş ortamının oluşturulması. Toplumun gerginlik ve belirsizliğe sürüklenmesi!
ABD örtülü ödenekleri, Soros finansı ve AB fonları ile beslenen yazılı ve görüntülü medya kuruluşlarının, manşetten verdikleri vahşet görüntülerinin bir anlamı var. Bu görüntülerle toplum; narkoz tedavisine alınarak, tepkisiz ve duyarsız bir solucanlar sürüsü haline getirilmek isteniyor.
“ABD-AB-İsrail” beslemeli kalemşörler; şiddetle, toplumun teröre karşı lanetleme mitingi yapmasını engellemeye çalışıyor. Diyorlar ki; “bu tür mitingler kin-nefret oluşturur, turizmi olumsuz etkiler, demokrasiye zarar verir!”
Ismarlama kalemler; Türk halkını yıllardır uyutuyorlar. Türk halkı uyutulurken, kendi ceplerini dolduruyorlar.
Türkiye’de önemli olaylar yaşanıyor. Gerçek yüzü halktan gizlenen Ümraniye operasyonu sonrası yapılan “Ergenekon” denilen soruşturma, ABD Büyükelçiliğine yapılan göstermelik saldırı, İstanbul Güngören’de çoluk-çocuk demeden patlatılan bomba ve bu olaylarla ilişkili Kerkük’te patlatılan bomba! Bu olayların hepsi birbiri ile bağlantılı.
Terör olayları ile Türkiye, iyice içine kapatılmaya çalışılıyor. Bir istikrarsızlığa sürüklenmek istiyor. Çünkü Büyük Ortadoğu Projesinin İran sacayağında, iç meseleleri ile uğraşan bir Türkiye isteniyor.
Terör olayları ile Türkiye’nin başını kaldırmasına müsaade edilmiyor. Bölgesinde meydana gelen gelişmeleri, kafasını kuma gömmüş bir devekuşu gibi sessiz ve tepkisiz şekilde peşinen kabullenmeye zorlanıyor.
Emperyalist güçler terörle; Türkiye’nin elini ayağını bağlıyarak, gözlerini açık bırakıyor. İbret olsun diye gözlerini kapatmıyor.
Terör olayları ile iyice içine kapatılmaya çalışılan Türkiye’nin etrafı ateşle sarılı. Dünya’da yeni şekillenmeler, yeni ittifaklar oluşuyor. Hassas bir coğrafyada bulunan Türkiye’nin içine kapanması, “ABD-AB-İsrail” in çok işine yarıyor. Çünkü Türkiye’nin sınır komşusu İran; atom bombası peşinde koşmakla suçlanarak, çökertilmek isteniyor. Şayet İran çökertilirse, öncelikle “enerji ihtiyacının” büyük bir bölümünü İran’dan karşılayan Çin kıskaç altına alınacak, Rusya “sosyal refah” yükseltmek yerine, yeniden “askeri alanda” yatırımlara zorlanacak.
Amerika’nın başını çektiği bu emperyalist güçler, bunu gerçekleştirmek için gün sayıyorlar.
The Sunday Times Gazetesi, 12 Temmuz 2008 tarihinde bir haber yayınladı. Bu habere göre; ABD Başkanı George Bush, Ağustos Ayı sonlarında, İran’a operasyon için İsrail’e yeşil ışık yaktı. Aynı habere göre, AB de bu operasyona destek veriyor ve operasyonda Türk hava sahası kullanılacak.
Bu habere bizim Türk Dışişlerinden herhangi bir yalanlama gelmedi.
Bütün okuyucularımız şunu iyi bilsinler ki; İran’dan sonra sıra kesinlikle Türkiye’de. Çünkü Büyük Ortadoğu Projesi aşama aşama gerçekleştiriliyor.


www.fahrettinalisar.com

SOROS’UN TÜRKİYE FÜRER’İ

SOROS’UN TÜRKİYE FÜRER’İ

Fahrettin ALİŞAR
falisar@mynet.com

Türkiye’nin gündemini; AB(D) fonları yani Soroslar, Rockefeller ve Adenaurların vakıfları belirliyor. Tabii bu değirmene su taşımaya öncülük eden, bunun için yazılı ve görüntülü medyayı ele geçiren, “içimizden biri” görüntülü “Führer”ler de var.
Führer’in sözlük anlamı; yol gösterici ya da önderdir. Adolf Hitler’in emellerini gerçekleştirmek için, Alman toplumunu sessiz ve derinden hipnoz ederek, peşine düşürdüğü için, Hitler’e “Fihrer” lakabı takılmıştır. Liderliği boyunca da bu lakapla anılmıştır.
Biz içimizdeki “Führer” ya da “Führerler”i, Hitler’e benzetmek istemiyoruz ama, izlenilen strateji açısından, bu nitelemeyi kullanıyoruz.
Türkiye son bir haftada, çarpıtılan bir “başörtüsü” gündemine kilitlendi. Gelinen nokta tam bir kördüğüm. Bu arada Vakıflar Yasası Meclis’ten geçirilerek Türkiye, “ekümenik” mayın tuzaklı yola yönlendirildi.
Son bir hafta içinde, yazılı ve görüntülü medyadan birkaç örnek vererek konumuza devam edelim.
Türkiye’nin önde gelen büyük(!) gazetelerinden birinin başlığı:
“-Türkiye İmajına Soros El Attı.” Başlığın devamındaki haber:
“-Ünlü spekülatör ve yardımsever George Soros’un kurduğu Açık Toplum Enstitüsü’nün Türkiye temsilciliği, Avrupa kamuoyundaki Türkiye algısını değiştirmek için kolları sıvadı.”
Açık Toplum Enstitüsü’nün açıklaması da şöyle:
“-Avrupa’da çok sık rastlanan Türkiye imajı, bikini reklâmının önünden geçen çarşaflı kadın fotoğrafıdır. Bunun dışında da bir Türkiye algısı oluşmasını istiyoruz!”
Türkiye’nin gündemi ile ilgilenen sadece hayırsever(!) Soroscular değil elbette.
Ünlü Mason Fransa Büyük Üstad’ı Jean-Michel Quillardet, Türkiye’nin gündemi hakkında görüşlerini belirterek şöyle diyor:
“-Baş örtüsü İslamî değildir. Kur’an’da yer almaz. Sonradan üretilmiştir!”
Allah Allah! Adam sanki Mason Locasının Büyük üstadı değil, İslâm’ın ve Kur’an’ın üstadı!
Bu Soros beslemeli medya kuruluşları ve Masonlar görevlerini çok iyi yapıyorlar. Televizyonları, gazeteleri; hipnoz edilmeş Necip Milletim(!) sayesinde, izlenme ve okunma rekorları kırıyor.
Bizi yaralayan; “sapı bizden olan balta gazete”nin, Masonların laiklik anlayışına yer vererek, bunu haber konusu yapmasıdır. Güya bununla Masonlar üzerinden, birilerini vurmak istiyor.
AB(D)’nin, Soros’un Führer’i ve O’nun ekibi; hakikaten, “Ilımlı İslâm”, “diyalog”, “hoşgörü” kavramları ile Necip Milleti’mizi “hipnoz” etmiş durumda.
Bütün okuyucularım çok iyi bilmelidir ki; tebliğ, cihad, fetih kavramları; yeryüzünün efendilerini(!) hâlâ korkutmaya devam ediyor. Bu “Ilımlı İslâm” kavramı bir “Pentagon” imalâtıdır. Wahington’da programlanıp, “işbirlikçiler” aracılığı ile “İslâm Dünyasına” dayatılıyor. Görünürdeki hedefi; “Yahudilik” ve “Hıristiyanlık” gibi “İslâm Dini’ni” de “İlâhi orijininden” uzaklaştırmak, tarihi köklerinden kopartmak, insan tarafından tasarlanmış “ideolojiler benzeri seküler” bir yapıya kavuşturmaktır. Yani Allah’ın dinini, emperyalizmin emellerine hizmet eden bir araç haline getirmektir. Bütün Müslümanları “yeni dünya düzenine” sadık birer köle yapmaktır.
Bu “Ilımlı İslâm Projesi” kavramını ortaya atanlar; Müslümanları kandırmak için “hoşgörü” ve “diyalog” denilen iki aracı çok iyi kullanmaktadırlar.
Çünkü bu emperyalist güçler; “İslâm” kavramını duyar duymaz, “kırmızı görmüş tosuncuklar” gibi deliye dönmektedirler. İslâm Dini’ne düşman bu tosuncuklar, Ilımlı İslâm üzerinden, “İslâm Dini’ne” saldırmaktadırlar.
Ilımlı İslâm Projesi için, Türkiye “pilot bölge” seçilmiştir. Uygulamalardan bu açıkça anlaşılmaktadır.
Bu vatanın gerçek sahibi olan Müslüman Türk’ün dışanda herkes; bu ülkenin imajından, imanına kadar her konuda ahkâm kesme hakkını, kendinde görebilmektedir. Türkiye’yi bu aşamaya, şer güçlerinin kirli oyunları ve onların piyonu olan “ille de şu AB’ye bir girelim” diyenler getirmiştir. AB demek aynı zamanda “Mason” demek, “Siyonist” demek, “Soros” demek, “Diyalog, Ilımlı İslâm(!)” demektir.
Emperyalist güçlerin oyununu bozmak için, önce içimizdeki “Soros Fürer”ine, onların medyasına, iş dünyasına, bürokrasisine, sivil toplum kuruluşlarına verdiğimiz desteği çekmeliyiz. Biz gerçek düşmanımızla mücadelede, tarihte olduğu gibi bugün de zaten başarılı oluruz.

SOROSÇULARIN “NAYLON MALİ GELİŞME” EDEBİYATI

SOROSÇULARIN “NAYLON MALİ GELİŞME” EDEBİYATI
Fahrettin ALİŞAR
falisar@mynet.com
Cihan Devleti Osmanlı’yı çökerten en önemli unsurlardan biri, yabancılara verilen geniş imtiyazlardı. Yani yabancılaşma, diğer adıyla “kapitülasyonlar”. Lozan’da savaş tehditlerine rağmen, zayıf gücümüzle reddedilebilmişti. Çünkü kapitülasyonlar nedeniyle, Anadolu tam bir “müstemleke” durumuna sokulmuştu.
Bankalar yabancıların elindeydi. Türk tarım ürünleri ithalatı, istila hareketi gibiydi. Yabancılar bütün iktisadi kollarımıza hâkimdi. İstedikleri malları, istedikleri şekilde getiriyor, sanayimizin gelişmesine mani oluyorlardı.
Şimdi Türk tarımı ne durumda? Pancarcılık ölmüş, tütüncülüğün yerinde yeller esiyor, buğday, pirinç, bakliyat üreticisinin hali perişan. Marketlerimiz yabancı tarım ürünlerinin istilası altında.
Millî endüstri iflasın eşiğinde. Yabancılar bütün iktisadi kollarımıza hakim durumda. İstedikleri malları, istedikleri şekilde getirip, sanayimizin gelişmesine mani oluyorlar. İthalat ve ihracat arasındaki fark; ihracatımız aleyhine, her geçen gün çığ gibi büyüyor.
Millî endüstriden neredeyse söz edemez duruma geldik.
İktisadi gelişme olmadan “mali gelişme”den söz edilebilir mi? Söz edilebiliyorsa bunun adı “naylon mali gelişme” olmaz mı?
Milli gelirimizden en düşük payı alan gruplara bir bakalım:
1. Köylü
2. Esnaf
3. İşçi
4. Memur
5. Emekli
“Orta direk” yani “orta sınıf” artık yok oldu.
Millî tarımımız, milli endüstrimiz, büyük ve orta boy sanayimiz çöktü. “Kapitülasyon mütegallibeliği”ne doğru hızla ilerliyoruz. Yani yabancılaşma, yabancılara verilen imtiyazlar giderek artmakta.
Türk köylüsünden destek çekilirken, yabancı tarım ürünleri ithalatının kapıları hesapsız, kitapsız ardına kadar açılmakta.
Milli tarım siyaseti; AB talepleri doğrultusunda terk edilmekte. Türk köylüsünün ürünlerinin yerini, yabancı tarım ürünleri almakta.
Bununla yetinilmemekte; bin bir güçlükle kapitülasyon mütegallibesinin elinden alıp, millileştirdiğimiz limanlarımız yine yabancı ortaklıklara teslim edilmekte, sıra tüyü bitmedik yetimin hakkının da bulunduğu, milletin vergileri ile yapılan büyük “karayolları”nın satışına gelmekte. Bugün hazineye milyarlar aktaran “karayolu gelirleri” de bu gidişle emperyalistlerin kasalarına akmaya başlayacaktır.
“Milli finans” yerini, yabancılaşan finansal yapıya yani “yabancı bankacılığa” bırakmış durumda.
Satılmadık milli endüstri, satılmadık milli varlık neredeyse kalmadı.
Anadolu toprakları; yabancı serbest kolonisi sayesinde, geçmişte olduğu gibi tam bir müstemleke haline dönüştürüldü.
Bütün bunlar; “iktisadi teslimiyet siyaseti”sayesinde gerçekleşti. Tabii ki bunu; Wahshington-Brüksel ikilisi arasında dolaşıp duran, içimizdeki Sorosçular organize ettiler.
Yerli Sorosçulara göre “milli” olunmamalı, “global” düşünülmelidir.
Bütün kaynakları yabancılaşmış, kapitülasyon mütegallilibeliğine terk edilmiş bir ülkenin, milli egemenliğinden bahsetmek mümkün müdür? Tarihte bunun örneği var mıdır?
Var olduğunu iddia edenler; iktisadi gelişme olmadan, “mali gelişme” diye, “naylon mali gelişmeyi” millete yutturan, içimizdeki Sorosçulardan başkası değildir.

Davet: 9-10 MAYIS 2008’de,“Çumra’nın Dünü-Bugünü-Yarını Sempozyumu”na konuşmacı olarak katılacak ve “Çumralı Şehit ve Gazilerimiz” konulu bir sunum yapacağım. Konya Tarımının öncüsü Çumra’da sizlerle buluşmak üzere, sağlıklı günler dilerim. Dua ile. F.A.

“SİVİL TEPKİ DÖNEMİ” BAŞLAMALIDIR.

“SİVİL TEPKİ DÖNEMİ” BAŞLAMALIDIR.

Fahrettin ALİŞAR
falisar@mynet.com

Millete değil, “Evangelistlerin küreselleşme ideolojisi”ne hizmet edildiği bir dönemde yaşıyoruz.
“Hıristiyan Siyonistler” olarak da bilinen, “Evangelizm mezhebi”nin başındakilerden, New York’ta “Amerikan Musevi Konmitesi” tarafından, HSBC Bankasınca düzenlenen yemekte, bizi yönetenlerin “Üstün Cesaret ödülü”nü aldığı bir dönemde yaşıyoruz.
Hıristo-Yahudi Ortak Pazarı olan, “Avrupa Birliği”ne girmeye çalışırken, Milleti’nin alternatif yollarının tıkandığı, Avrasya Birliği, D-8 gibi projelerin rafa kaldırıldığı bir dönemde yaşıyoruz.
Tüpraş’ın yüzde 14.7 hissesini, ihalesiz ve pazarlıksız olarak gece yarısı görüşmesi sonrası, “Yahudi Ofer Ailesi”ne satıldığı, Oferlerin bu satıştan net 755 milyon dolar kâr etmesinin sağlanıldığı bir dönemde yaşıyoruz.
Türkiye’de 21 kilisenin açılmasını sağlayan uyum yasalarının çıkarıldığı bir dönemde yaşıyoruz.
Vatikan’nın 3’üncü bin yılda Asya’yı Hıristiyanlaştırmak için Dinlerarası Diyalog adıyla, “Ilımlı İslâm” projesi için düğmeye bastığı bir dönemde yaşıyoruz.
Ilımlı İslâm projesine destek için milyon dolarlar dağıtıp, binlerce misyoneri Türkiye’ye saldığı bir dönemde yaşıyoruz.
Evangelist çekirdeğin, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 30’a yakın devletin sınırlarının değişeceğini açıkça deklare ettiği, Büyük Ortadoğu Projesi’nin servise verildiği bir dönemde yaşıyoruz.
Globalizm ve Liberalizm maskesi altında, “Vahşi Kapitalizmin” Türkiye’nin üzerine çığ gibi geldiği bir dönemde yaşıyoruz.
“Vahşi Batı”nın çığ gibi üzerimize geldiği sırada; yöneticilerimizin, “bu gidişin önünde durulamaz!” propagandaları yaptığı bir dönemde yaşıyoruz.
Yer altı ve yer üstü kaynaklarımızın, “özelleştirme” tuzağıyla, uluslar arası birkaç şirket ve ailenin zimmetine geçirildiği bir dönemde yaşıyoruz.
60 bin Amerikan askerinin Türkiye’yi, hem de TBMM’nin kararı ile işgal ettrilmesinin plânlandığı bir dönemde yaşıyoruz.
Çirkin iftiradan ibaret olan “sözde Ermeni soykırım iddiaları”nın, Türkiye Cumhuriyeti’ne kabul ettirilmek için düğmeye basıldığı dönemde yaşıyoruz.
Avrupa Birliği eliyle, Kıbrıs’ın Yunan’a, GAP’ın İsrail’e devredilme operasyonunun gözle görülür, elle tutulur hale geldiği bir dönemde yaşıyoruz.
İsrail Hava Kuvvetlerinin sembolü olan, “hilâl’i parçalayan kartal” flamalı İsrail uçaklarının, Konya sahasında uçuş eğitimi yaptığı, Konya sahasında aldıkları eğitim ile, Filistin, Lübnan, Suriye ve diğer Müslüman yerleşim birimlerini bombalayarak Müslüman katliamı yaptığı, bir dönemde yaşıyoruz.
Milli Mücadeleden sonra kazanılan değerlere, iç ve dış saldırıların sistemli, sürekli ve geometrik olarak arttığı bir dönemde yaşıyoruz.
Dinimiz İslâm’ın, “İbrahimî Dinler”e dönüştürülme adımlarının atıldığı bir dönemde yaşıyoruz.
Dünyanın gelmiş geçmiş “en şedit terör örgütü olan PKK”nın, Türkiye Cumhuriyeti’nin muhatabı olarak masanın öbür ucuna oturtulmak istenildiği bir dönemde yaşıyoruz.
Milletin gündeminden “ya istiklâl ya ölüm” parolasının çıkartılıp, “Haçlı seferi başlatan” Amerika ve Avrupa Birliği’ne rapma edilme plânlarının uygulandığı bir dönemde yaşıyoruz.
Gayri milli ve gayri dini Globalizmin ve Haçlı irticanın karşısında, Müslümanların “milli refleksinin” yok edildiği bir dönemde yaşıyoruz.
Herkesin almak ve servetine servet katmak için, her türlü taklayı attığı bir zeminde, vatan ve millet için “verme yolunu” seçemeyen Müslümanların çoğunlukta olduğu bir dönemde yaşıyoruz.
Yaşadığımız bu dönem, tüm Müslümanların ortaya koyacağı, “millî refleks” ile bitirilmelidir. “ABD’ye, Avrupa Birliği’ne rağmen bir şey yapılamaz!” diyebilen sözde Müslümanların sesi kesilmelidir.
Gün, “sivil tepki dönemi”ni başlatma günüdür.

SİSTEM SÜLÜKLERİ

SİSTEM SÜLÜKLERİ

Fahrettin ALİŞAR
falisar@mynet.com

2006 yılı istatistiklerine göre, gelir bakımından dünyasındaki zenginler; yoksul insanları 38 bin 486’ya katlıyor. Dünyada 2 milyar 800 bir çalışan insan var. Bu 2 milyar 800 bin çalışan insanın, 1 milyar 400 bininin günlük kazancı 2 doların altında.
Son 15 yılın istatistiklerinde durum aynı.
Sistem böyle kurulmuş. Peki bu düzeni kuran “sistem sülükleri” kimlerdir?
Bu sistem sülüklerini şöyle sıralayabiliriz:
Amerikan kıtasında Kızılderili katliamları ve köle ticareti yapanlar,
Latin Amerika’da 150 bin insanı öldürenler,
Vietnam’da 1 milyon insanı katledenler,
SSCB’de 20 milyon insanı öldürenler,
Çin’de 65 milyon insanı, gözlerini kırpmadan katledenler,
Kuzey Kore’de, 2 milyon insanı katledenler,
Doğu Avrupa’da 1 milyon insanı öldürenler,
Afganistan’da 1,5 milyon insanı hunhanca katledenlerdir.
Bitmedi; Hindistan’dan Amerikan kıtasına, Avrupa’dan Ortadoğu’ya kadar, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları dahil, işgal ettikleri Filistin, Afganistan ve Irak’ta; petrol, doğalgaz, uyuşturucu ve silâh ticareti için Müslümanları katledenler de bu “kapitalizm sülükleri”nden başkası değildir.
Sistem sülüklerinin; sadece yukarıda sıralamaya çalıştığımız yerlerde, katletdiği insan sayısı, neredeyse 250 milyona yakındır. Bu insanlık adına tüyler ürperten bir tablodur.
Sistem sülüklerini dikkatlice incelediğimizde, karşımıza; şirketler, kurumlar, bankalar ve özellikle bazı isimler çıkar. Hemen ardından karşımızda, CFR’nin memurlarını görürüz. (“CFR” ile ilgili, yazımızın sonunda açıklama yapacağız.)
Kim bu CFR memurları? Evangelistlerin emrinde çalışan tüm temsilciler, Bush’lar, Rice’ler, Soros’lar, millî versiyonu olan Putin’ler ve Masonik kuruluşlarının emrinde çalışan Masonlar. Tabii bunlar ilk aklıma gelenler.
Sistem sülüklerinin, meydanı boş bularak kurdukları bu sistemin karşısına, güçlü bir sistem acilen kurulmalıdır. Bu sistemin temelini, taşıdığı özellikleri itibariyle Müslüman Türk Milleti atabilir. Buna “yeni bir Ortadoğu” oluşturularak başlanılmalıdır.
Hz. Muhammed (s.a.v.)’le başlayan, 80 yıl içerisinde bir milyon kilometrekareyi aşıp, İspanya’ya taşan, Endülüs’te temel atan sistem nasıl oluştu?
Ya da Söğüt’te başlayıp, üç kıtada 22 milyon kilometrekarelik, yüzyıllarca süren bir medeniyet nasıl oluştu?
İşte bizim rehber alacağımız sistem bu sistem olmalıdır.
Tabii ki bu sistem; CFR ile birlikte hareket edenlerle, BOP’un Eş Başkanlığına soyunanlarla, Ilımlı İslâm aldatmacası ile Milleti kandıranlarla, AB’ye üyelik ile uğraşanlarla, ABD ile “stratejik ortaklık”kuranlarla, Sebataycılarla, Primat torunları ile, materyalistlerden müteşekkil Truva atları ile gerçekleştirilemez.
Bu Millet önce içindeki bu; CFR elemanlarını, BOP Eş Başkanlarını, Ilımlı İslam Projesi temsilcilerini, AB’cileri, ABD’cileri, Sebataycıları, Primat torunlarını ve materyalistlerden müteşekkil Truva atlarını temizleyerek işe başlamalıdır.
Bu sistem sülükleri ile atılmaya çalışılacak her sistem temeli, “buzun üzerine yapılmaya çalışılan eve” benzeyecektir.
CFR İLE İLGİLİ NOT:
CFR; "Council of Foreign Relations" yani "Dış İlişkiler Komitesi"dir. Gizli Dünya Devleti'nin en önemli organlarından biridir ve “Yuvarlak Masa” teorisine göre şekillendirilmiş organizasyonların eskilerindendir. Yuvarlak Masa teorisi ise Illuminati şebekesinin dünyayı tek merkezden yönetmek amacıyla geliştirdiği bir teoridir. Illuminati şebekesi ise Tapınak Şövalyeleri'nin Ortaçağda ortaya çıkardıkları bir tür “siyonizm”hareketidir.
CFR'nin bugün finans, iletişim, akademi, istihbarat, teknoloji alanlarında en etkin konumlarda bulunan 3500 civarında üyesinin olduğu sanılmaktadır. Özellikle Amerika'daki istihbarat örgütleri üzerinde etkilidir.
Soros Vakfı vasıtasıyla dünya ülkelerinin geleceği için Gizli Dünya Devleti'ne hizmet edecek yöneticiler yetiştirmeye çalışan yahudi kökenli George Soros, ABD'nin CFR üyesi ünlülerinin başında gelir. CFR üyelerinin birçokları aynı zamanda Bilderberg ve/veya SBS üyesidirler. CFR'nin Türkiye'den de kendini gizleyen çok sayıda, iş adamı, politikacı ve medya sahibi üyeleri mevcuttur. F.A.

ROTASIZLARLA AYNI TARAFTA OLAMAYIZ.

ROTASIZLARLA AYNI TARAFTA OLAMAYIZ.

Fahrettin ALİŞAR
falisar@mynet.com

Türkiye’nin gündemini meşgul eden konuların başında; Avrupa Birliği, IMF’nin önümüze koyduğu olmazsa olmazlar, kapıldığımız akımlar geliyor. Kapıldığımız akımlardan kastım; AB(D)’nin hazırladığı, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi, Dinlerarası Diyalog ve Ilımlı İslâm Projeleri’dir.
Demokrasi, insan hakları kavramları gündemimizden hiç düşmüyor. Ama bu kavramların aslını değil, boyalı halini tartışıyoruz. Belirli bir kesim, bu milletin tarihi değerleriyle kavgayı, yıllardır bu değerler üzerinden sürdürüyor. Gerçek bu olduğu için de, niyet ne olursa olsun, akıbet berbat oluyor. Çünkü tarafların taleplerinden geriye doğru gittiğimizde, karşımıza hep aynı mihrak, “Batı” çıkıyor.
Türk toplumunu; Alevi-Sünni, Türk-Kürt, laik-antilaik, sağcı-solcu, diye boğuşturanlar; bugün de tutmuşlar bir başka senaryo yazmışlar ve bize de, “taraf olun!” diyorlar. Başka da bir şey demiyorlar.
Diyelim ki “taraf” olduk. Bu tarafgirlik topluma ne kazandıracak? Kaybeden kim, kazanan kim olacak? Veya kazanan olacak mı?
Sorunun cevabı çok açık. Kazanan tabii ki yine bu senaryoyu kim yazdıysa o olacak ve kaybeden; Boğaz’da rakı-balık kutlaması yapmayı düşünenlerle birlikte gireceği ilk camide şükür secdesine kapanacağı günler için dua edenler; yani sen-ben, hepimiz, yani millet olacak.
Bugün konuştuğumuz konulara bakın! Darbe, demokrasi, laik. Bunların hepsi “teferruat”. Türk toplumu bu teferruatlarla boğuluyor. Gündemimiz çalınıyor.
Peki ama teferruat olmayan ne? Teferruat olmayan; bu milletin, bu topraklarda binlerce yıllık milli kimliğiyle, varlık ve haysiyet içerisinde varlığını sürdürdüğü “maya”dır. İşte bu mayayı tekrar keşfettifimiz an, bu teferruatlarla uğraşmayız. Emperyalist güçlerin senaryo alanı olmaktan çıkarız. Aksi halde; Pentagon’da, Vatikan’da, İsrail’de hazırlanan projelerin uygulama alanı olmaktan çıkamayız.
Bu toplumun beyni, “bilgi kirliliği” ile alabora edildi. Toplum “bilgi kirliliğinde” televoleye teslim edildi. Bu teslimiyet; Soros beslemeli, tekelci medya kanalı ile başarıldı.
Toplum olarak öyle ortamdayız ki; Batı beslemeli kalemlerin, milli basına sıktığı kurşunlara şahit oluyoruz.
Bu millet; Koca Seyit’in yedi düvelin dev savaş gemilerine patlattığı top misali, bir “Koca Seyit” bekliyor.
O Koca Seyit’ler milli düşünenlerin verdiği destekle, milli basını güçlendirecektir. O millî basın; hiç beklemedikleri bir anda, aniden gelen bir manşetle, bir düşman zırhlısını tarihe gömecektir. Milli basının düşman zırhlısına atacağı kurşun, sizin verdiğiniz üç kuruşluk gazete parasıdır.
Milli basın; az kurşunla isabeti yüksek atışlar yapma kabiliyetine sahiptir. Çünkü bu tabyanın komutanları ustadır.
Bugün bu ülkenin fotoğrafı bulanık görünüyor, toplum bilgi kirliliği ile alabora olmuşsa, bunun en önemli nedeni; ülkenin “rotasının” olmayışındandır. Rotanız varsa, hedefe varmak için rüzgârınızı bulursunuz. Rotanız yoksa, başkalarının elinize verdiği harita ile yola çıkarsınız. Varacağınız yer, başkalarının belirlediği yer olur.
İlle de bir taraf olacaksak; rotasız, hedefsizlerle aynı safta, aynı takımda yer alamayız! Bunların tarafında olamayız!

RENKSİZ İNSAN TİPLERİ

RENKSİZ İNSAN TİPLERİ

Fahrettin ALİŞAR
falisar@mynet.com

Emperyalist güçlerin, “iktisadi yabancılaştırma” operasyonun en üst düzeyde yürütüldüğü ülkemizde; yıllardır uygulanan ve en tehlikeli çalışmanın adı, “renksiz insan tipi” oluşturma çalışmasıdır. Bu politik çalışma; renksiz, ideolojisi olmayan, milli kimliği reddeden yani “milleti kimliksizleştirme” çalışmasıdır.
Yakın tarihimizde, “mütareke dönemi”nde; “kimliksiz Avrupa dalkavukları”nın ortaya çıktığı dönemde, Falih Rıfkı Atay, Kadıköy’den İstanbul yakasına vapurla geçmektedir. O vapurda gözüne değişik bir insan tipi çarpar. Atay, gözüne çarpan bu insan tipini şöyle anlatır:
“- Adam çok telâşlıydı. Beni Türk sanıyorlar diye telâşlanıyordu. Cebine soktuğu Journal D’orient Gazetesi’ni tekrar tekrar çıkarıyor, öteki cebindeki Rum Gazetesi Rosphore’u tekrar tekrar çıkarıyor, yanına koyuyordu. Giydiği pantolon, tişört, saç tipi, tıraş tipi tam bir Fransız veya onu okşayan bir tipleme. Lisanı, bayrağı her şeyi bu gence zillet gibi görünen bir genç tiplemesinin ta kendisi!
Bu genci araştırmaya karar verdim ve araştırdım. Bu tipleme Avrupa’da bir hizmete talipmiş ve yakınında bulunan Fransız elçilik görevlilerine yağdanlık yapıyormuş! Ne acı bir tablo bu!..
Bu olaydan sonra yetkili mercileri uyarmaya karar verdim. Ve uzunca bir uyarı yazısı yazdım. ‘Avrupa’ya bundan sonra en millî, en koyu, en halis, bu Millet’in evlâtlarını göndermeliyiz. İyi eğitim almamış, iyi Türkçe konuşmayanları, millî kimliğini kazanmamış olanları, kimliklerinden utananları Anadolu nahiyelerinin güneşinde pişire pişire aslına nesline benzetmeliyiz!’ diye yazdım.”
Mütareke dönemi tipleri, ilerleyen zamanlarda toplumu bir bulaşıcı hastalık gibi sarmıştır. Milleti ideolojisiz bırakma operasyonu çerçevesinde, bu başarılmıştır. Bu emperyalist işgal devletlerinin estirdiği bir akımdı ve başarıldı.
Emperyalist işgal devletlerinin bu akımı ne ile başarıldı? “Renksiz eğitim” ile, “renksiz üniversite” ile başarıldı ve “renksiz insan tipleri” meydana getirildi. Böylece “millet” olma şuuru yerine, “ideolojisi olmayan”, “renksiz insan tipleri”nden oluşan bir insan yığını oluşturuldu.
Renksiz, ideolojisiz insan tipleri için; Amerika veya İngiltere’nin en basit popçularının verdiği konser haberi veya Amerika’da oynanan NBA basketbol karşılaşma haberleri, Mekke’in Fethinden, Malazgirt Savaşı’ndan, İstanbul’un Fethinden, Sakarya Meydan Muharebesi’nden daha heyecan verici ve daha cazibelidir. Bu tipler, popçu Madonna’yı, futbolcu Beckham’ ı bilirler ama, 1071 yılı Ağustos Ayı’nın, 1453 yılı Mayıs Ayı’nın, Müslüman Türk Milleti için ne anlama geldiğini bilmezler.
Renksiz tipler; milli vasfı olmayan, çeşitli milletlerin vasıflarını taşıyan, her kalıba giren tiplerdir. Yani “kozmopolit” tiplerdir. Bunların ideolojileri yoktur.
Bugün üniversitelerimiz “renksiz üniversite” değil mi? Eğitim sistemimiz “renksiz eğitim” çerçevesi içerisine oturmuyor mu? Yani “renksiz eğitim” sistemi ile “renksiz insan tipi” yetiştirmiyor muyuz?
Yetiştirdiğiz; renksiz, ideolojisiz, kozmopolit, milli vasfı olmayan, çeşitli milletlerin vasıflarını taşıyan, her kalıba giren tipler bizi yönetmiyor mu?
Bu soruların cevabını siz verin, ben ancak soruları sorabiliyorum!

TOPLUMU PSİKOLOJİK OPERASYONA TABİİ TUTAN, YERLİ İŞBİRLİKÇİLER

TOPLUMU PSİKOLOJİK OPERASYONA TABİİ TUTAN, YERLİ İŞBİRLİKÇİLER

Fahrettin ALİŞAR
falisar@mynet.com

Elektronik posta adresime gelen bazı eleştirilere, uzun zamandır cevap verme, fırsatı bulamadım. Bu eleştirilerden; kısır döngü, günü birlik düşüncelerle ilgili olanlara cevap verme niyetinde değilim. Bunu söylerken de, eleştirilere açık olduğumu belirtmeliyim. Çünkü eleştiriler; eksik yönlerimizi görme, kendimize çeki-düzen verme açısından son derece önemlidir.
Objektif düşündüğünü vurgulan okuyucularımdan biri:
“-Yazılarınızda, ‘Ankara’nın şerrinden, Brüksel’in şefaatine sığınanlar’ ayırımı yaparak, ‘tarafgirlik’ yapmaktasınız!” eleştirisini iletiyor.
“Ankara’nın şerrinden, Brüksel’in şefaatine sığınanlar” tanımlamasını sadece ben ve benim gibi düşünenler yapmıyorlar. Bunu bizzat, tanımladığımız grubun en üst düzey yöneticileri yapıyor.
Ankara’da bir vakfın organize ettiği konferansın sonunda, bir vatandaşın; “Avrupa Birliği’nin her dediğini yasa haline getirilmesine, bir Türk vatandaşı olarak içerliyorum!” eleştiri üzerine, bir partinin üst düzey yönetici aynen şöyle diyor:
“-Kardeşim bizim yaptığımız iş, Avrupa Birliği’nin talimatlarını yerine getirmek değil, amacımız; Ankara’nın şerrinden, Brüksel’in şefaatine sığınmaktır!”
Konu ile ilgili olarak yazdıklarımızı ve bu tanımlamayı “tarafgirlik” olarak değerlendiremeyiz. Bu konuda vicdanen rahatız. Çünkü; kendi insanlarımızı “sizinkiler-bizimkiler”, “ötekiler-berikiler”, “şucular-bucular” diye kamplara asla bölmedik. Ama keskin çizgilerle “AB(D)’nin ipine sarılanları” ayırmaya, oyunlarını deşifre etmeye çalıştık.
Türkiye’nin bütün ekonomik varlıklarını, kıyılarını, limanlarını, yer altı zenginliklerini “küresel istimlâk” alanı haline getirenleri, okuyucularımıza tanıtmaya çalıştık.
Türkiye’de; küresel sermayenin, aleni paylaşım toplantılarını, AB(D)’nin, Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi ile ilgili olarak, Türkiye’nin de içinde bulunduğu bu coğrafyada, yapmaya çalıştıklarını, yazı ve konferanslarla vurgulamaya çalıştık. ABD Dışişleri Bakanı Rice’nin, “Fas’tan Endonezya’ya kadar 22 İslâm Ülkesi’nin haritası değişecek!” açıklamasını sık sık insanımıza hatırlattık.
Haçlı Avrupa’nın; para, petrol ve diğer yer altı-yerüstü zenginlikler için, dininden bile vazgeçebilen bir özelliğe sahip olduğunu söyledik. Çünkü Avrupa Birliği’nin misyonerleri; dininden ziyade, sömürülerine set çeken kültürleri çürütmek ve kendilerine; toprak, servet ve müşteri bulmak için çalışmaktadırlar. Fransa; 1789 ihtilâli sonrasında, Hıristiyanlara etmediğini bırakmadı. Kilise ve müdavimlerini canından bezdirdi. Ama aynı dönemde Afrika ve dünyanın başka yerlerine gönderdiği misyonerlerin cebine koyduğu parayı, iki-üç katına çıkardı.
Bugün Avrupa Birliği’nin referans aldığı en önemli kitap, “Mavi Kitap”tır. Bu kitabın yazarı, uzun yıllar İngiliz İstihbaratı’nda casus olarak çalışmış Arnold J.Toynbee’dir. Toynbee’ye göre tarih; bir kültür ve uygarlık arası savaş tarihidir. Tarih; “Tanrı’yı daha iyi tanımanın ilmidir!” Bu ilmin önündeki tek engel, Müslümanlardır ve Müslümanların terbiye edilmesi gerekmektedir. Yani Müslümanların “ılımlaştırılması” gerekmektedir.
Avrupa Birliği’nin başkenti Brüksel’in gerçek niyeti böyle iken, bu Brüksel’in hangi şefaatine sığınacaksınız.
Bu konuda bizim yapmaya çalıştığımız “tarafgirlik” değil, bu oyunlara karşı toplumda, “milli direniş bilinci”ni geliştirmek.
Bizim gibi düşünen dernekler, vakıflar, sendikalar ve diğer sivil toplum örgütleri ile aydınlar; “paranoya” ile de suçlandılar. Küresel sermayenin yerli işbirlikçileri tarafından, öne çıkarılan sözüm’ona aydın geçinen Mehmet Ali (Kemal) Birand’lar, Post Modern “Kürt Teali Cemiyeti” ve “Avrupa Muhipleri Cemiyeti” üyesi Hasan Cemal’ler, eski terörist ve APO postacısı Cengiz Çandar’lar; toplumun kafasını karman-çorman etmeyi başardılar.
Bunun adı, toplumu “psikolojik operasyon”a tabii tutmaktır.
M.Ali (Kemal) Birand’ların, Avrupa Muhipleri Cemiyeti üyesi Hasan Cemal’lerin, APO postacısı Cengiz Çandar’ların, bugüne kadar savunduğu tek çizgi; millî egemenliğin AB(D)’ye devredilmesidir. Bu koroya katılan, BOP’un “Dinler arası Diyalog” ve “Ilımlı İslâm Projesi” taraftarlarının sloganı da; “Ankara’nın şerrinden; Brüksel’in, Vatikan’ın, Washington’un şefaatine sığınmaktır.”
Küresel sermaye sahipleri ve yerli işbirlikçilerinin amacı; psikolojik operasyona tabi tuttukları Türk Milleti’nin “milli direncini” kırmak ve küresel güçlerin kölesi yapmaktır.

BAYRAMA “NEFİS PUTLARINIZI” KIRARAK GİRİN

BAYRAMA “NEFİS PUTLARINIZI” KIRARAK GİRİN

Fahrettin ALİŞAR
falisar@mynet.com

Yarın “mübarek Ramazan Bayramı.” Bu bayram arefesinde, sizinle bir “nefis muhasebesi” yapmak istiyorum. Ve bu muhasebeden sonra, sizden “nefis putlarınızı kırmanızı, teslimiyete boyun eğmemenizi, küresel sermayenin Müslümanlara biçtiği kefeni yırtmanızı, Haçlı-Siyon ittifakının oyununu bozmanızı” isteyeceğim.
Ülkemizi ekonomik olarak zayıflatmak, bölmek, “Büyük İsrail”i gerçekleştirmek, Irak-Türkiye-İran topraklarının bir kısmını da içine alan, “İsrail güdümlü Kürt Devleti” oluşturmak için, Türkiye’ye karşı kurulan “PKK terör örgütü”nün; Mehmetçiklerimizi, vatandaşlarımızı şehit ederken, bu örgütü Amerika’nın koruyucu kanatları altında görmek, ABD’nin bu örgüte silâh ve eğitim desteği sağladığını bilmek, buna rağmen; kendimizin seçtiği yöneticilerin; “ABD stratejik ortağımızdır” demesini izlemek, biz Müslümanlar için nasıl bir duygu?
Ülkemize karşı kurulan terör örgütü PKK’nın yöneticilerini barındıran, uyuşturucu, kadın ticareti gibi gayri ahlâki kazançlarına zemin hazırlayan, terör örgütünün bu kazançlarını bankalarında muhafaza eden, “Avrupa Birliği Ülkeleri”ni izlemek, bunların açıkça PKK’yı desteklediğini bilmek, buna rağmen “ille de Avrupa Birliği” paranoyasına kapılan yöneticilerle yönetilmek, biz Müslümanlar için nasıl bir duygu?
12 sivil vatandaşımızın, 13 Mehmetçiğimizin şehit olduğu akşam, “TMSF’nin kontrolündeki Televizyonların” eğlence programları yayınlamasını, şovlar yapıp dansöz oynatmasını, şehitlerimizin hatırasına saygısızlık yapmasını izlemek, biz Müslümanlar için nasıl bir duygu?
Filistin’de, İsrail’in yaptığı Müslüman katliamını televizyon ekranlarından izlemek; sanki bu olayın gerçek değilde, bir film senaryosuymuş gibi kabullenmek ve izlemek, biz Müslümanlar için nasıl bir duygu?
İsrail’in Filistin’de yaptığı katliamlara seyirci kalmak bir tarafa, bu katliam bombardımanını yapan, Filistinli kadınlar ve çocukların üzerine misketler yağdıran İsrail Savaş Uçakları’nın, alenen “uçuş eğitimini”, Müslüman Türk Beldesi Konya’da yapmasını bilmek ve bunu öylece seyretmek nasıl bir duygu?
Irak’ın, Haçlı kasaplar eliyle kelimenin tam anlamıyla bir kan gölüne çevrilmesini izlemek nasıl bir duygu?
Irak’ı bu hale getirenlerin, bizim seçtiğimiz yöneticilerimizin “stratejik ortağı” olmasını bilmek, ABD’nin, İngiltere’nin, onlarla birlikte Irak’ı işgal etmiş AB üyesi diğer ülke askerlerinin, evlerde, cezaevlerinde Müslüman kadınların ırzına geçme sahnelerini izlemek, bunu bile bile hiçbir şey yokmuş gibi, yaşantımıza devam etmek nasıl bir duygu?
Telafer’i, Felluce’yi, haftalarca, aylarca bombardımana tutan ABD uçaklarını, ABD tanklarını izlemek, buradaki Müslümanların katliamına seyirci kalmak nasıl bir duygu?
Müslüman bir ülke olan Afganistan’ın, Haçlı Orduları tarafından işgalinde, bu Haçlılarla birlikte Türkiye’nin de orada bulunması nasıl bir duygu?
Yıllarca 1915 olaylarını bahane ederek, “sözde Ermeni soykırımı” palavrasını ısıtıp ısıtıp önümüze konulmasını, Azerbaycan topraklarının üçte birinin Rus destekli Ermenistan işgalinde olduğunu bilmek ve öylece izlemek nasıl bir duygu?
Rum’u, Kıbrıs’ın tamamı adına, Avrupa Birliği’ne kabul edip, bize “..şunları, ...bunları da değiştirin!” hemen onun ardından, “hayır eksik, şunları da!” diyerek alay eden AB güçlerini bilmek ve izlemek nasıl bir duygu?
Kuzey Irak’ta Mehmetçiğin başına çuval geçirilmesini bilmek ve izlemek nasıl bir duygu?
Suriye’ye Türk hava sahasını kullanarak saldıran, özür bile dilemeyen Haçlı/Siyon ittifakını bilmek ve izlemek nasıl bir duygu?
Türkiye’deki “küresel sermaye”nin kuşatmasını, seçimlerde küresel sermaye kaynaklı sıcak paranın zaferini bilmek ve izlemek, Sıcak paranın Müslüman Türk Beldelerinin en uç noktalarına kadar kol gezdiğini görmek ve izlemek nasıl bir duygu?
*****
Biz bunları söylerken, birilerinin çıkıp: “ne yapalım, dünyaya mı kapanalım!” gibi bir düşünceyi ileri sürmeleri ne kadar acı. Bu düşünceyi savunanlara demeliyiz ki; “siz ‘bu icraatları yapan dünya’ ile mi berabersiniz?” “Sizin kapanmayalım dediğiniz dünya, kime karşı kurulan bir dünya?”
Nedense, bu emperyalist güçlerin işgal ettiği alanlar, dün Osmanlı’nın hükmettiği topraklar. Petrol ve doğal gaz kaynağı olan topraklar. Bu coğrafyada yaşayanlar da hep Müslümanlar. Hedefte hep Müslüman Ülkeler var.
Şayet “ne yapalım, dünyaya mı kapanalım!” düşüncesinden hareket edecek olursak, “biz her zaman Haçlılarla, Siyonizmle birlikte olmalıyız!” düşüncesi ortaya çıkar. Peki kime karşı bu Haçlı/Siyon İttifakı ile birlikte olacağız? Tabii ki Müslümanlara karşı!.
Lütfen bu Mübarek Ramazan Ayı’nın son günü, nefis putlarımızı kıralım. Teslimiyete boyun eğmeyelim. Küresel sermayenin biz Müslümanlara biçtiği kefeni yırtalım. Haçlı/Siyon İttifakının oyununu bozalım.
Müslüman olarak eğer; “nefis putlarımızı kıramazsak” korkarım ki, yarın Allah (c.c.) korusun, bu coğrafyada, “mübarek Ramazan Bayramları”mızı da kutlayamaz hale geleceğiz.


MÜBAREK RAMAZAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN

Nefis Putlarınızı kırmanız dileği ile, Allah’ın rahmeti, bereketi, sevgi sultanı Hz.Muhammed (s.a.v)’in muhabbeti üzerinize olması temennisi ile, “Mübarek Ramazan Bayramınızı” kutlarım. F.A.

NE ÖRGÜT VAR NE DE DARBE, AĞUSTOS SICAĞINDA, “İRAN SAVAŞI” VAR.

NE ÖRGÜT VAR NE DE DARBE, AĞUSTOS SICAĞINDA, “İRAN SAVAŞI” VAR.

Fahrettin ALİŞAR
falisar@mynet.com

Siyonist-Haçlı patronlarının fonlarından beslenen “maskeli yarasalara” bir bakın. Artık gece değil, gündüz dolaşmaya başladılar. Sanki Siyonizmin kuklası olduklarının gizli saklı tarafı kalmış gibi, kendilerini Milletin yanındaymış gibi gösterip, beslendikleri değirmenlere durmadan su taşıyorlar. Önlerine atılan kemik artıkları karşılığı, Efendilerinin petrol sahalarını rahatça işgal etmelerine zemin hazırlıyorlar.
Bırakın şu Gladio’yu, çeteyi, örgütü, boyalı demokrasiyi! Önce sizin durduğunuz yeri bir öğrenelim! Siz ABD’ye karşı mısınız? AB’ye karşı mısınız? BOP’un Eş Başkanlığı’nı kabul ediyor musunuz? ABD-İsrail yapımı ve asıl hedefi Türkiye-İran-Irak’ı ufalayıp, Büyük İsrail’i gerçekleştirmek için kurulması hedeflenen “Yahudi Kürdistan”ına karşı mısınız? 30’a yakın Müslüman Ülkenin sınırlarını değiştirmeyi hedef alan “Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi”ne karşı mısınız?
Hem ABD’ye karşı olmayacaksın, O’nun fonlarından besleneceksin, hem de O’nun kurduğu, Türkiye’deki eli olan “Gladio” ile mücadele edeceksin öyle mi?
Siz önce; ABD’nin Irak’ta 2 milyondan fazla Müslüman’ı nasıl katlettiğini, Ebu Garip’te sergilediği akıl almaz pislikleri gündeminize alın ve okuyucularınızla bir paylaşın.
AB(D)’nin, Cuma Hutbelerinde; “‘Allah katında tek din İslâm’dır’ ayetini okumayın!” tehditlerine karşı, millî bir duruş sergileyin!
“Gazilik ve Şehitlik kavramları kaldırılsın, ordu Kıbrıs’tan çekilsin, PKK ile masaya oturulsun, İsrail’in Fırat ve Dicle sularında söz hakkı olsun” diyen ABD ve AB’ye karşı tavır alın!
Sizin bu konularda “millî duruş” sergileyebilmeniz için, önce AB(D) fonlarının önünüze yem olarak attığı kemikleri yalamayı bırakmanız gerekir.
Hem AB(D) fonları ile beslenilip, hem de Milletin yanında görünmek, ne yaman bir çelişki.
Adını koyalım! Siz; ABD’nin bölgesel projelerinin yanında yer alan, bu konuda “üç maymunları” oynayan, maymuncuklardan başka bir şeye benzemiyorsunuz?
Sizin yemlendiğiniz, projelerine destek verdiğiniz, o emperyalist güçler; dünya ekonomisinin dengesini bozdu. Finans kuruluşları ve şirketleri bir bir batıyor.
Küresel piyasalara yön veren “Bear Streans” battı.
Bu kriz; finans krizi değil, üretim krizi. Kapitalizmin krizi. Nerede duracağını kestirmek çok zor!
Bu kriz; kapitalizmin sonu, “ABD hegemonik gücü”nün bitişi olacak! Ağır sosyal ve siyasal sorunları, beraberinde getirecek. Bölgesel anlamda, çatışma risklerini artıracak. Bu çatışmaların çoğu Avrasya’da cereyan edecek. Bölgemizde, geleceği belirleyecek “stratejik kartlar” yeniden dağıtılacak. Yeni bir siyasi plân vücut bulacak.
Üretim sektöründeki krizden dolayı on binlerce insan işsiz kalacak. ABD'de şimdiden on binlerce kişi işinden oldu. Büyük şirketlerin iflasıyla beraber, küresel felâketin eşiğine gelindi.
Dolar, "küresel referans para" özelliğini kaybetmeye başladı.
ABD’nin bu ekonomik çöküşten kurtulma şansı, sadece onda bir. Bunu Biz söylemiyoruz, dünyada “ekonomik armageddon” uyarısı yapan ekonomistler söylüyor.
Bugünlerde, ABD ve İngiltere içindeki güçler; Asya’daki oluşumları engellemek için, dünya savaşı çıkarmak istiyor. Ağustos Ayı bunun için en uygun ay. Bu savaşın adını da “Batı ile İslâm’ın Savaşı” olarak koyacaklar.
Batı; İran’a vurmak için acele ediyor. Hem de Türkiye üzerinden vurulacak.
Ey yorulmuş, hırpalanmış halkım! Sen; darbe, örgüt, bağırsak temizleme gibi gündemlerle uyutulurken, yangın kapıya dayandı. Çünkü çok yakında, Ağustos sıcağında, kapının önünde “İran Savaşı” var.

MUHTEŞEM SÜLEYMAN’IN HİZMETKÂRLARI

MUHTEŞEM SÜLEYMAN’IN HİZMETKÂRLARI

Fahrettin ALİŞAR
falisar@mynet.com

İngiltere Kraliçesi Elizabeth 37 yıl aradan sonra Ankara’ya geldi. AB fonları ile beslenen medyanın; “şöyle yapacak”, “böyle yapacak” sözleri ile başlayan, öve öve, ballandıra ballandıra bitiremediği bir ziyaret oldu.
Besleme medyanın harikuladeliğine bir bakın:
“-Majesteleri hoş geldin!”
“-Majesteleri Anıtkabir’i ziyaret edecek!”
“-Cumhurbaşkanı Gül, Çankaya’daki yemeğe ‘smokinli’ katılacak!”
“-II. Elizabeth (hitap edildiği şekliyle) ‘majesteleri” Türkiye’ye işte böyle geldi!”
(Bu arada aynı akşam, “majesteleri!”nin geliş haberini canlı olarak sunan “sicilli yalaka” haber sunucusu M.Ali Brand “smokinli” kıyafeti ile AB yetkililerinden tam not aldı!)
Devletin televizyonu TRT’nin kimlerin elinde olduğu, bu ziyaret haberleri ile bir kez daha netleşmiş oldu. Kraliçe Elizabeth ile ilgili haberde, TRT haber sunucusunun; Kraliçe isminin geçtiği her cümlede, “Kraliçe Elizabeth, hitap ediliş şekliyle, Majesteleri” cümlesini kurması sanki bir “müstemleke ülkesi”nin yayın organı görüntüsü verdi.
Peki İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in Türkiye ziyareti neyi ifade ediyor?
İngiltere için Türkiye; Batı yörüngesinden çıkmamalı, borçlandırılarak Batı’ya bağımlı halde elde tutulmalıdır. Borçlandırılma; ya ABD konrolündeki Dünya Bankası ile sağlanmalı ya da AB konrolündeki Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası kanalıyla başarılmalıdır.
İngiltere Kraliçesi, Türkiye ziyareti ile ABD’ye de bir mesaj vermektedir. Bu mesaj; “İran’a karşı Türkiye’yi yeterince Batı’nın yanına alamadınız, siyasi taviz karşılığı kredi açma yetkisini bir süreliğine AB’ye (İngiltere’ye) bırakın, Lozan’da da sizin aldığınız gizli tavizler yüzünden geri adım attık. Lozan’da tanıdığımız hakları birer birer geri alacağımızı söylemiştik, şimdi siz araya girince işler karışıyor” mesajıdır.
Yani İngiltere ABD’ye diyor ki:
“-Tarihte olduğu gibi, Türklerin hakkından ancak İngiltere gelir, biraz da siz bizi destekleyin!”
Emperyalist İngiltere; Türkiye’yi yok etmek için giriştiği Birinci Dünya Savaşı sonucunda, süper güç olma özelliğini kaybetti. Türkiye’nin “Kuvayı Milliye Hareketi” sömürge ülkelerini harekete geçirdi. Üzerinde güneş batmayan İngiliz İmparatorluğu çöktü. İngilizler adaya sıkışıp kaldı. Her fırsatta sinsi plânını uygulamaya çalışan İngiltere; bunun intikamını almaya çalıştı ve çalışmaya devam ediyor.
İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in Türkiye zayeretini bu çerçevede değerlendirmek lâzımdır.
Siz sicilli yalakalardan; “smokinli” M.Ali Brand’ların, Mehmet Barlas’ların süslemeli, boyalı haberlerine kanmayın!
Bu sicilli yalakalar ne diyor?
“-Avrupa’nın sesi Türkiye’de har zaman duyulmalıdır!”
“-AB’nin sözünü her zaman dinlemeye mecburuz!”
Bu ülkenin bir Bakanı, Avrupa Birliği Marşı eşliğinde yapılan, “Liselerarası Avrupa Birliği Bilgi Yarışması” nın ödül töreninde aynen şöyle diyor:
“-İçimizde Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmemesi için propaganda yapan Merkel ve Sarkozy’ler var!”
Sayın Bakan! Türkiye’de Avrupa Birliği’ne karşı dimdik duran Merkel ve Sarkozy’ler yok! Senin gözünü “AB kara sevdası” bürüdüğü için, rüyanda gördüğün bu isimleri sayıklıyorsun! Türkiye’de Emperyalist AB’ye karşı, dimdik duran, millî düşünen, millî yazan Mehmed’ler, Ahmed’ler var! Bu Mehmed’ler, Ahmed’ler; Türkiye’ye müstemleke ülkesi gözüyle bakan; Olli Rehn’lere, Barroso’lara, Lagendjik’lere karşı, milletini uyarıyor. Yani senin gibi işbirliği yapmıyor. AB Marşı eşliğinde program tertip etmiyor. Sana “AB Marşı”nın sözlerini hatırlatıyor!
Avrupa ve ABD dün de, bugün de emperyalisttir. Her kuruşlarında, köle ticaretinden, soykırıma varana kadar sayısız insanlık suçları vardır. Bunların varlık sebebi; “demokrasi”, “insan hakları”, “adalet”, “mazlumların yanında olma” asla değildir. Irak’a demokrasi diye, Afganistan’a insan hakları ve terörle mücadele diye girmediler mi? İnsan hakları diye girdikleri ülkede insan bırakmadılar. Sağ kalanlar ise insanlıklarını yitirdiler.
İşte bizim içimizdeki AB işbirlikçileri, AB fonundan beslenen M.Ali Brandlar, sicilli yalaka Mehmet Barlaslar, bu Batı’dan medet ummaktadır.
Türkiye’nin bu fotoğrafına bakıyor ve yaşlı gözlerimle “Muhteşem Kanuni Sultan Süleyman”ı düşünüyorum. Kendisinden yardım dilenen Avrupalılara, bazı imtiyazlar lütfettiğini, fermanlarında kullandığı cümlelerin başına “kapitula” eklettiğini, verdiği “imtiyazları” ve gelinen noktayı bir sinema şeridi gibi izliyorum.
Kim bu Olli Rehnler, Barrosolar, Lagendjikler? Bunlar “Muhteşem Süleyman’ın Hizmetkârları”nın torunları.
Muhteşem Süleyman’ın lütufta bulunduğu “hizmetkârları”nın torunları; Olli Rehnler, Barrosolar, Lagendjikler, şimdi başımıza dikilmiş talimat veriyorlar. Muhteşem Süleyman’ın torunları da “emrinizdeyiz!” mesajı veriyorlar. Ne acı bir tablo!

MOSSAD, CIA VE MI5’İN KOPMLOSU

MOSSAD, CIA VE MI5’İN KOPMLOSU

Fahrettin ALİŞAR


Ülke gündemi; Tibet ve Orta Asya gelenekleri ile başlayıp, Göktürk, Uygur ve Hun masallarında yer alan efsanevi bir yeraltı organizasyonu olduğu iddia edilen “Ergenekon” ile, uzun süre meşgul edildi. Halen meşgul edilmeye devam ediyor.
Neredeyse geçmişe dönük tüm gayri meçhul cinayetlerin sorumluluğu, bu efsaneye bağlanıyor. Soros Vakfı ile AB fonlarınca kurulan ve desteklenen basın kuruluşları; çok ciddi bir kampanya yürütüyor. En ufak bir ayrıntı kaçırılmıyor. El altından alınan bilgi ve belgeler, hemen ertesi günü gazete manşetlerini süslüyor. Görüntülü medyada birinci haber oluyor.
Kimilerine göre “Ergenekon”; 600 yıllık bir tarikat örgütlenmesi olan “Agarta”ya yani şu bizim izlenme rekorları kıran “Kurtlar Vadisi” dizisinde tanıdığımız “Tapınak Şövalyesi”ndeki yapılanmaya benzer bir örgütlenme!
Bu kampanya öyle bir hal aldı ki; tarih, efsane, terör, komplo, entrika, cinayet, suikast, devlet yıkma, hükümet devirme, askeri itaatsizlik, ayaklanma çıkarma, tahrik gibi suç unsurlarının her türlüsü “Ergenekon”un içinde. Birbiriyle ilgisiz olaylar birbiri içine sokuluyor. Böylece içinden çıkılmaz ve karmaşık bir örgütlenme icat ediliyor.
Türkiye gibi ülkelerde bu tip örgüt tanımlamak ve kamuoyuna takdim etmek her zaman mümkün!
Değinmek istediğim en önemli konu şu! Soros Vakfı ile AB fonlarınca kurulan ve desteklenen basın kuruluşlarının kampanyasına, sapı bizden olup İslâmi kimliği ile öne çıkan bazı basın kuruluşlarının da öncülük etmesi. Bu çok önemli bir konu! Çünkü Soros Vakfı ve AB beslemeli basın kuruluşları ile İslâmi basın kuruluşları (!) nasıl bir arada bulunabilir? Ortak yanı ne olabilir?
Bu kampanyayı yürüten basın kuruluşlarına şunu sormak istiyorum: İddianamenin dayandığı ilk bilgileri, Türkiye’ye servis yapan ve Kanada’da yaşayan Tuncay Güney kimdir? Bu kişinin kimliği ile ilgili bilgileri; Soros ve AB beslemeli basın kuruluşları bilerek gizliyor, peki İslâmi basın görüntülü basın kuruluşları neden gizliyor?
Bu Tuncay Güney ile ilgili bilgilere bir göz atalım!
Tuncay Güney, Kanada’da “Hahamlık” yapan bir Yahudi’dir. MOSSAD ajanı olduğu ile ilgili ciddi iddialar var.
Bu Mossad ajanı Tuncay Güney ne yapmıştır? Örgüt olduğu söylenen “Ergenekon” ile ilgili belgeleri, ilk kez Emniyet makamlarına vermiştir. Kanada’da yaşıyor olmasının da bir anlamı vardır. İngilizlerin Anadolu’yu işgali sırasında, “İngilizlerin Anadolu’yu işgali, daha fazla özgürlük getirecektir!” kampanyasını yürütenler ve destek verenler; o zamanlar 3 saat içerisinde, İngilizler tarafından “İngiliz Vatandaşı” yapılmışlar ve Kanada’ya yerleştirilmişlerdir.
Açık söylüyorum! Türkiye’de bilgi kirliliği oluşturan, gerçekleri ters-düz eden ve bu alanda kampanya yürütenlerin arkasında; MOSSAD vardır, CIA vardır, İngiliz MI5 vardır. Abartılı yorumlar, şişirilmiş iddialar, iç içe sokulmuş olaylar, kafalardaki sorulara cevap vermeye değil, kafa karıştırmaya yaramaktadır. Türkiye’de kafaların karışık olmasını, bugünlerde en çok MOSSAD ister, CIA ister, İngiliz İstihbarat Örgütü MI5 ister.
Çünkü bugünlerde, bu istihbarat örgütlerinin gündeminde acilen İran ve İsrail güdümlü Kürdistan var. Bu konularda ayak direten bir Türkiye istenmiyor. Kafası karışık, iç meseleleri ile boğuşan bir Türkiye, bugünlerde bu istihbaratlar için çok önemli.

www.fahrettinalisar.com

MEHMETÇİĞİ VURAN “AB(D)-İSRAİL İTTİFAKI”DIR.

MEHMETÇİĞİ VURAN “AB(D)-İSRAİL İTTİFAKI”DIR.

Fahrettin ALİŞAR
falisar@mynet.com

Türkiye’nin Batı’ya bağlanma süreci, Atatürk’ün ölümünden sonra başladı. 12 Mayıs 1939’da İngiltere ve Fransa ile “1939 Üçlü İttifak Anlaşması” imzalandı. Bu anlaşmanın ardından Türkiye; toplumsal düzeni, siyasi işleyişi ve ekonomik gereksinmelerinin tersine, ABD’nin istediği doğrultuda, “çok partili düzene geçiş” dayatmasına boyun eğdi. (Demokrasilerde elbetteki “çok partililik” önemli ama, bunu ABD istiyor diye, onun istediği şekilde, O’nun alt yapısını hazırladığı parti ve siyasiler ön plâna çıkartılarak yapıldı.)
Bu tarihten sonra, Türkiye’yi AB(D) sömürüsüne adım adım götüren imzalar:
• 24 Ekim 1945’te kurulan “Birleşmiş Milletler”e,
• 14 Şubat 1947’de Dünya Bankasına,
• 11 Mart 1947’de IMF’ye,
• 22 Nisan 1947’de Truman Doktrini’ne,
• 4 Temmuz 1948’de Marshal Planı’na,
• 18 Şubat 1952’de NATO’ya,
• 14 Aralık 1960’da OECD’ye katılındı.
Bunlarla yetinilmedi. Vahşi Batı’nın “kara sevdası” yüzünden, sırf “ne olursa olsun, Batı olsun” düşüncesi ile, sayısı ve niteliği bile tam olarak bilinmeyen, çok sayıda ikili anlaşmaya imza atıldı. “Gümrük Birliği Porotokolü” ile, kapıları AB’ye açıldı. IMF ve Dünya Bankası ile neredeyse bütünleşildi.
Bütün bu anlaşmaların ortak yanı; “Batı’ya bağımlılığın arttırılması” ve “egemenlik haklarının törpülenmesi”dir.
Türkiye’nin Vahşi Batı’ya bağımlılık sürecini hızlandıran, Batı’nın kucağına itilmesine neden olan, İsmet İNÖNÜ’nün izlediği “basiretsiz politikalar”dır. İnönü’nün bu politikayı bir “devlet politikası” haline getirmesinden dolayı, ondan sonra gelen politikacıların çoğu da, bu yolda yürümek zorunda kalmışlardır. Çoğu tarihçiler İnönü’nün bu tavrına, “Sovyet korkusu”nun neden olduğunu açıklasalar da; “biz bu Milletin kültürünü de değiştireceğiz!” diyebilen bir İnönü’yü, sadece bu olayla izah etmek mümkün değildir.
Türkiye’de ne zaman millî bir yönetim iktidara gelse veya gelme ihtimali belirse, dost ve müttefik postlu “vahşi Batı”, bin bir türlü ayak oyunu ile, o yönetimleri aşağı etmeyi başarmıştır.
1980’de Süleyman Demirel’in, ekonominin direksiyonuna Turgut Özal’ı getirmesi ve “24 Ocak Kararları” ile birlikte doların 47 liradan 70 liraya yükselmesi tesadüf değildir. 24 Ocak Kararlarının hemen ardından, Dünya Bankası Başkanı Mc Namara’nın kalemiyle hazırlanan ve Özal’a imzalatılan, “Türkiye’nin 3 milyar dolarlık borcunu erteleme mektubu” tesadüf değildir. Bu erteleme imzası ile birlikte; ülke ekonomisi, tam bir kan gölüne dönmüştür.
Yine Pentagon’dakilerin “bizim çocuklar” dediği, 12 Eylül Cuntası’nın gerçekleştirdiği “12 Eylül”ün gerçekleşmesi tesadüf değildir.
Türk ekonomisindeki yabancılaşma, medyada ve siyasette de yabancılaşmayı getirmiştir. AB’ye uyum yasaları aleni vahşi Batı’ya teslimiyettir.
1939 yılından beri, Türkiye’de uygulanan politika tam bir “sömürge politikası”dır. 27 Mayıslar, 12 Eylüller, 28 Şubatlar, Türkiye’yi “sömürgeleştirme politikası”nın birer ürünüdür.
Vahşi Batı’ya teslimiyet politikaları; ABD, İngiltere ve İsrail’in, Büyük Ortadoğu Projesi’ne hizmet için oluşturulmuştur. Bu teslimiyet politikaları, Ilımlı İslâm stratejileri ile güçlendirilmeye çalışılmaktadır.
Bugün Ortadoğu’da uygulamaya konulan; “Büyük Ortadoğu Projesi” ve “Ilımlı İslâm Projesi”, başta Türkiye olmak üzere, bölge ülkelerinin “millî dirençlerini” sıfırlamak için oluşturulan projelerdir. Bu projeler; ABD ve İsrail’i şeytan gören İran’ı, emperyalizme karşı milli mücadele vermiş, köklü bir devlet geleneği olan, gelecekte milli kimliğine dönme ihtimali yüksek olan Türkiye’yi, ufalama ve güçsüzleştirme projeleridir.
1980 yılından beri Türkiye’nin başına belâ olan, AB(D) güdümlü terör örgütü PKK; ABD, İngiltere ve İsrail’in Büyük Ortadoğu Projesi’ne hizmet için kullanılan ve beslenilen bir terör örgütüdür. Tıpkı; Kuzey Irak’ta palazlatılmaya çalışılan, İsrail güdümlü Barzani aşiret reisi gibi.
ABD; Birinci Körfez Harbi sonrasında, Irak’ın kuzeyinde bu aşiretler ve PKK için “güvenli bölge” oluşturdu. Bu yetmedi, sınırlarımız içinde bir de “Çekiç Güç” oluşturarak, PKK’ya her türlü maddi ve lojistik desteği sağladı. Ülke içindeki yandaşı kalemlere ve siyasilere de “ayrılıklarınızı öne çıkartın!” talimatı verdi. Bunları fonları ile besledi. İçimizdeki “millî görünen siyasiler” sırf iktidara gelebilmek ve iktidarda kalabilmek uğruna, bu emellere çanak tuttular.
Bugün söz sahibi hangi siyasimiz; bebek katili, AB(D) ve İsrail maşası Öcalan’ın, “asılmamak şartıyla” teslim ediliş sırrını izah edebilir? Amerika’dan apar topar getirtilerek, ekonomik olarak Türkiye’nin başına geçirilen “Kemal Derviş çuvalı” ne ile izah edebiliriz?
Başımızda bulunan zamanın yöneticileri; “neler oluyor yahu!” diye soru sormaya başladıklarında, altlarındaki sandalyeler çoktan çekilmiş, bu koltuklara oturtulacak aday yöneticilerin önüne kırmızı halılar çoktan döşenmişti.
Bu Millet; 28 Şubat’ın kahramanı Çevik Bir’lerle, 28 Şubat mağduru bildiği yöneticilerini, Yahudi lobilerinde AB(D) aklıyla, sarmaş dolaş bir vaziyette gördü. Bunların Büyük Ortadoğu Projesi’ne hizmet için aynı amaç için kullanıldıklarına şahit oldu. Bu fotoğraf karesinin içinde bulunan, Ilımlı İslâm Projesi’nin baş aktörleri de gözlerden kaçmadı.
Bugün Kuzey Irak’ta yuvalanan ve sınırdan geçerek, kahraman Mehmetçiklerimizi şehit eden, terör örgütü PKK’nın saldırılarını, bu çerçevde değerlendirmek gerekir.
Bugün bizim Mehmetçiğimizi şehit eden, bölücü terör örgütünü kuran, besleyen ve vur emri veren; “AB(D)-İsrail İttifakı”dır.
Gözünü aç ey Milletim! Senin düşmanın bir maşa olan PKK terör örgütü değil, senin düşmanın “AB(D)-İsrail İttifakı”dır.

MEHMED’İM

MEHMED’İM

Fahrettin ALİŞAR
falisar@mynet.com

O gün, yazar arkadaşımla Kızılay Postanesi’ndeydik. Postanenin havale servisinde, asker oğluna harçlık göndermeye çalışan bir baba; havale evrakını dolduramadığından, bizden yardım istedi. Ama çok çekingen, utangaç bir tavrı vardı. O’nu; konuşmalarımızla rahatlattıktan sonra, havale evrakını doldurmaya başladık. İşte, ömrüm boyunca unutamayacağım “an” başlamıştı.
Elleri nasırlı amca, eksi 30 derecede, Ağrı’nın bilmem hangi ilçesinde, vatani görevini yapan oğluna 20 YTL. (yanlış okumadınız yirmi YTL) harçlık göndermeye çalışıyordu. Bu harçlığın 6-7 YTL.si de zaten posta masrafı olarak kesilecekti. Bu yüzden çekiniyor, utanıyor, söyleyemiyordu. Maddi yardım kabul etmeyi de asla kabul etmiyor, gururuna yediremiyordu.
Posta memurunun küçük harflerle, sıkılarak; “6 YTL. kesilir, haberiniz olsun!” cümlesine karşılık; “olsun ne yapalım, kalanını göndermek istiyorum!” cümlesi karşısında; Hakkari’nin dağlarında, eksi 35 derecede, emperyalist güçlerin maşası, teröristlerin izini süren Mehmetçikler aklıma geldi.
Ardından ithal mobilyalarla döşenmiş kaloriferli bürolarda, “bugün devletten hangi ihaleyi koparabilirim, hangi kamu kuruluşu veya neredeki kamu arazisini kapatabilirim!” dolaplarını çeviren, bunu yapabilmek için, hangi yöntemle “çürük raporu alıp, askerlikten kaçarım”, senaryosunu yazan, “cibiliyetsizler” aklıma geldi.
Osman Öztunç’un “Mehmedim” adlı parçası ile daldım gittim ve duygularımı sizlerle paylaşmak istedim:

“.......................................

Öyle bir ihlâs, öyle iman ki,
Secde eder cümle can ve bitki,
Bir Temmuz akşamı Allah şahd ki,
Şaha kalkmış vatan idi Mehmed’im!

Bu akşam yıldızlar sararmış gibi,
Tepeler titreşir hava kış gibi,
Bir dağın sırtında dağ varmış gibi,
Omuzlamış bir Mehmed’i Mehmed’im!”

Mehmed; Muhammed (s.a.v.)’in mübarek eliyle başını okşadığı, “emanetim sende!” dediği yiğidin adı. İster “Mehmed” deyin, isterseniz “Mehmetçik!” O; Bedr ile, Malazgirt ile, İstanbul ile, Çanakkale ile, Kıbrıs ile sembolleşen yiğidin adıdır.
Mehmed’im! Malazgirt’te yazdığı destanla, Müslüman Türk Milleti’ne Anadolu’nun kapısını açan Mehmed’im!
Fatih’in komutasında İstanbul’da yazdığı destanla, çağ kapatıp, çağ açan Mehmed’im!
Çanakkale’de yazdığı destanla, “Çanakkale’yi geçilmez” kılan Mehmed’im!
Mehmed Âkif’in, “Çanakkale Şehitlerine” dizelerinde; “Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi.” Övgüsünü alan Mehmed’im!
Yakup Kadri’nin; “..O asker kafileleri ki, çamur ve yağmur giyerler, kurşun yerler, barut teneffüs ederler!” Dediği Mehmed’im!
Mustafa Kemal’in elinde yoğrularak, muhteşem Milli Mücadele ile abideleşen Mehmed’im!
Nazım’ın deyimiyle; “Uzak Asya’dan gelip, Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan” Mehmed’im!
Anadolu diyarlarında; bazen Kuvvacı efe, bazen Kuvvacı zeybek olan Mehmed’im!
İzmir Saat Kulesi önünde; “Zito Venizelos (Yaşa Venizelos)” diye bağıran hainlerin karşısına, göğsünü siper ederek; “Kato Venizelos (Kahrol Venizelos)” diye bağırarak, ortalığı kan gölüne çeviren Mehmed’im!
Silâhından çıkan kurşun ile Ülke hudutlarını çizen Mehmed’im!
Kutsal topraklarda; İngiliz casus Lawrance ve O’nun kandırdığı kardeşlerince arkasından kurşunlanan, şair Nazım’ın ifadesiyle, “ateş ve ihaneti gören” Mehmed’im!
Kafkasya, Galiçya, Yemen, Çanakkale, saymakla bitmeyen cephelerde, susuz, katıksız kahramanca destan yazan Mehmed’im!
İnsanın bile çıkamadığı, Kıbrıs-Girne yamaçlarındaki Beşparmak Dağları’nın tepesine tank çıkaran, nasıl çıkardığını soranlara; “o anki duygularım olmadan anlatamam. Anlatabilmem için o anı yaşamam gerek!” Diyen Mehmed’im!
Vatanın yanık ve kuru toprakları üstünde dövüşen Anadolu’nun heybeti ve kudreti, Mehmed’im!
Koç gibi kınalanarak, vatan savunmasına koşan Mehmed’im!
Matarasındaki son damla suyu, kendisini yaralayan düşmanının dudaklarına götüren Mehmed’im!
350 kilo mermiyi tek başına kaldırıp namluya koyan, elinde kalan tek top mermi ile “yan-yükseliş” falan filan demeden tetiğe basan, düşman gemisini en hassas noktasından vurup sulara gömen Mehmed’im!
*****
Şehidi, gaziyi bilmeyen, gırtlak ve midesi ile ilgilenen cibiliyetsizler; ne bilsinler Mehmed’i Muhammed’i?
Bu cibiliyetsizler; Ankara’da, İstanbul’da, diğer şehirlerde, ithal mobilyalarla döşenmiş kaloriferli büralarda, “bugün devletten hangi ihaleyi koparabilirim, hangi kamu kuruluşu veya neredeki kamu arazisini kapatabilirim!” dolapları çevirirler.
Şimdi düşünün! Eksi 35 derece soğuklarda, sırtında 40-50 kilo ağırlıkta, düşmanı hangi kovukta kıstıracağını düşünen Mehmed’lerle, bu cibiliyetsizlerin, Allah (c.c) katında bir tutulacağını mı sanıyorsunuz?
Bu vatan bir “Âhiret tarlası”dır. Cibiliyetsizler; bu Ahiret tarlasını “talan” ederken, Kızılay Postanesinden, babasının nasırlı ellerinden 20 YTL. harçlık gönderilen Mehmedim “hasat” yapmaktadır.
Dualarımız seninle Mehmed’im!
“Nu mutlu, nasibi beddua değil de, dua olanlara!”

KÜRESEL GÜÇLERİN, YERLİ TEMSİLCİLERİNE AÇIK MEKTUP

KÜRESEL GÜÇLERİN, YERLİ TEMSİLCİLERİNE AÇIK MEKTUP

Fahrettin ALİŞAR
falisar@mynet.com

Senden görünen ama asla seni temsil etmeyip, küresel güçlerin emrini yerine getirenlerin icraatlarını, mümkün olduğunca sizlerle paylaşmaya çalışıyorum. Bu güçlerin emrindeki yazılı ve görüntülü medya o kadar çok güçlü ki; gündem oluşturma, halkı oyalama ve uyutma alanında oldukça başarılı.
Küresel gücü besleyen ilham kaynakları nelerdir? Bunu bilmeden, cereyan eden olayları doğru tahlil etmemiz mümkün değildir.
Bu ilham kaynaklarından, “Muharref Tevrat”a bir bakalım. Bu Tevrat ne diyor:
“-Onları demir çomakla kıracaksın; bir çömlekçi kabı gibi onları parçalayacaksın!” (Tevrat, Mezmurlar Bölümü. 278-9)
“-Rabbin sana miras olarak vermekte olduğu bu kavimlerin şehirlerinden nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın. Rabbin sana emrettiği gibi tamamen yok edeceksin!” (Tevrat, Tensiye 20/16, 18)
“-Onları kasaplık koyunlar gibi ayır ve öldürme günü için onları hazırla!” (Yeremya Bölümü, 12/3)
“-Sen benim topuzumsun ve cenk silâhımsın. Ve seninle milletleri kıracağım ve seninle ülkeleri helâk edeceğim!” (Yeremya, 51/19, 20)
“-Vurun; gözünüz esirgemesin ve acımayın; ihtiyarı, genci ve ere varmamış kızı ve çocuklarla, kadınları helâk için vurun!” (Tevrat, Hezekiel 9/5-6)
Bu güçlerin beslendiği kaynakları tanıtmaya devam edelim.
Hz. İsa’nın havarilerinden Pavlus’un, İncil’de yer alan sözlerini okuduktan sonra, küresel güçlerin ve içimizdeki uzantılarının uygulamalarını daha da iyi tahlil edeceğimize inanıyorum. Bakın Pavlus ne diyor:
“-Ben daha çok kişi kazanayım diye, herkesin kölesi oldum. Yahudileri kazanmak için Yahudilere Yahudi gibi davrandım. Kendim Kutsal Yasa’nın denetimi altında olamadığım halde, Yasa altında olanları kazanmak için onlara Yasa altındaymışım gibi davrandım. Tanrı’nın yasasına sahip olmayan değil de Mesih’in yasası altında olan biri olarak, Yasa’ya sahip değilmişim gibi davrandım. Güçsüzleri kazanmak için güçsüzlerle güçsüz oldum. Ne yapıp yapıp bazılarını kurtarmak için herkesle her şey oldum!” (İncil, 1.Korintliler 6, 1991; 9/19).
Pavlus bu sözleriyle, ideali uğruna her kılığa girebileceğini, her türlü sahte görüntü sergileyebileceğini açıkça beyan ediyor. Avrupa Birliği’nin izlediği politikaya ne kadar da çok benziyor.
Fransız komutan Napolyon da şöyle diyor:
“-Ben Katolik geçinerek Vendee Savaşı’nı kazandım. Müslüman geçinerek Mısır’a yerleştim. Papacı geçinerek İtalya’da yürekleri kazandım!”
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), Ilımlı İslâm, Dinlerarası Diyalog, Medeniyetler İttifakı Projelerine ne kadar da çok benziyor.
Makyevelli’nin sözleri de şöyle:
“-Siyasi liderler, gerçekte öyle olmasalar bile, yönettikleri kitlelere, kendilerini dini bütün, dürüst, güvenilir, iyi yürekli, adil ve yansız olduğuna inandırmalıdır. Liderin amacına ulaşması için uygulayacağı her yöntem ve her türlü davranışı yasaldır!”
Küresel güçlerin hakim oldukları ülkelerde, iktidara hazırladıkları “işbirlikçi lider” çalışmalarına, ne kadar da çok benziyor.
İşte Küresel gücün ilham kaynağı bu ve buna benzer örneklerdir. Bunlar kitap olabilecek kadar çoktur.
Cesetler üzerinden “yeni bir dünya(!)” kuran, bu düşüncedir. Filistin’de, Afganistan’da, Irak’ta milyonlarca Müslüman katleden düşünce, bu düşüncedir.
Bu zihniyet, şiddeti kutsal amaçları için meşru kabul eden sapık bir zihniyettir. Müslüman Coğrafyası’nı cehenneme çeviren zihniyettir.
Bu zihniyetin “yerli temsilcilerini” tanımak için icraatlarına bakmak yeterlidir.
Haçlı ve Siyonistlerin borsa ve bankalardaki gelirlerinden vergi almayıp, “millî sermaye”den vergi alan, bu zihniyetin temsilcileri değil mi?
“Daha hızlı Batılılaşma, biraz daha ABD’nin suyuna gitme” düşüncesini benimsetmeye çalışanlar, bu zihniyetin temsilcileri değil mi?
Ülkenin sıcak sermaye kontrolünü, Haçlı ve Siyonistlerin eline geçmesine aracı olanlar, bu zihniyetin temsilcileri değil mi?
BOP çerçevesi içerinde, küresel güçlerin senaryosunu yazıp, uygulamaya koydukları “Ilımlı İslâm, Dinlerarası Diyalog” projelerine alet olanlar, bu zihniyetin temsilcileri değil mi?
BOP ve Medeniyetler İttifakı’nı savunanlar, bu zihniyetin temsilcileri değil mi?
Tarih bilgisinden yoksun, kendini “şah”, halkını “piyon” gören, küresel güçlerin yerli temsilcileri unutmamalıdır ki; “oyun bitince, ‘şah’ da, ‘piyon’ da aynı kutuya konulacaktır.”

Okuyucuya Not:

Değerli Okuyucum Zafer Konya Bey, Barzani’nin kimliğiyle ilgili belge soruyor. Ucla’da profesor olan Yona Sabar’ın 1982’de Yale Üniversitesi tarafından yayınlanan “The Folk Literature of the Kurdistani Jews: an Anthology” (Kürdistan Yahudilerinin Halk Edebiyatı Antolojisi) adlı kitabı ve tarihçi Ahmet Uçar’ın Osmanlı Arşivlerine dayalı araştırmaları, Barzanilerin çok sayıda “Haham” çıkaracak kadar köklü bir Yahudi aile olduklarını ortaya koymaktadır. Haham Nathanel Barzani ve oğlu Haham Samuel Barzani belgeli Yahudilerdir. Haham Samuel Barzani’nin kızı Haham Asenath Barzani, Amerikan Yahudilerinin ilk kadın Hahamıdır. Osmanlı Dönemi’nde 1856 yılında, Haham Sallum Barzani casusluk yaptığı gerekçesiyle, Musul’dan Selanik’e sürgün edilmişlerdir.

FAHRETTİN ALİŞAR

FAHRETTİN ALİŞAR


1963 yılında Konya'nın Derbent İlçesi'nde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Derbent ve Konya'da, yüksek öğrenimini G.Ü. Eğitim Fakültesi'nde tamamladı. A.Ü.de lisansüstü eğitimini (mastırını) bitirdi. Yüksek lisans tezini "Türk Memur Sendikacılığının Örgüt Yapısı ve Model Yaklaşımı" konusunda hazırladı.
Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde 17 yıl öğretmenlik ve idarecilikten sonra, Başbakanlık Müşavirliği görevine atandı. 3 yıl Devlet Bakanı Danışmanı olarak görev yaptı. Daha sonra Başbakanlık ÖZİ'ye uzman olarak atandı. Halen bu görevine devam etmektedir.
Mersin'de görev yaptığı yıllar; İçel halk kültürünün araştırılması ve yazılı hale getirilmesi amacıyla, bölgede derleme çalışmaları yaptı. Derlemelerini İçel Kültürü Dergisi, Erciyes Dergisi, Güneyde Kültür Dergisi, Millî Kültür Dergisi ve Millî Folklor Dergisi'nde yayınladı.

10 yıl süreyle Mersin'de, İçel Kültürü Dergisi'nin çıkarılmasına katkıda bulundu.
TRT GAP Televizyonu'na, KKTC Çocuk Oyunları ve İçel Çocuk Oyunları'nı hazırladı ve bu programların danışmanlığını yaptı.
Birçok dergi, bülten ve gazetede; halk bilimi, eğitim ve kamu sendikacılığı konularında araştırma ve makaleleri yayınlandı. Yine birçok yerel ve genel televizyonda bu konularda televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı.
Ahmet Yesevi Üniversitesi Ankara temsilcisidir.
Türkiye Yazarlar Birliği, İLESAM ve Türk Folklor Araştırmaları Kurumu üyesidir.

YAYINLANMIŞ ESERLERİ

· İçel Çocuk Folkloru
· KKTC Çocuk Folkloru
· DERBENT
· ÇİĞİL TÜRKLERİ ve AŞAĞIÇİĞİL
· Nefsimize Zor Gelen Yazılar
· Kamuda Görevde Yükselme Kitabı (GYS)
· Konya Çanakkale Şehitlerimiz
· Derbentli Şehitlerimiz

YAYINA HAZIR ESERLERİ

·Konya Yer Adları, Yerleşik Bulunan Oymak, Cemaat ve Aşiretler
·Türk Memur Sendikacılığının Örgüt Yapısı ve Model Yaklaşımı (Tez Konusu)

falisar@mynet.com