YA “ÇARESİZSİNİZ”, YA DA ÇARE “SİZ”SİNİZ - Fahrettin ALİŞAR

YA “ÇARESİZSİNİZ”, YA DA ÇARE “SİZ”SİNİZ

Fahrettin ALİŞAR

IMF Başkanı Strauss-Kahn, Londra’da düzenlediği basın toplantısında, Euro bölgesindeki işsizlik oranlarını açıkladı. Temmuz 2009 ayı rakamlarına göre, Euro bölgesindeki işsizlik oranı 9,5, işsizlerin sayısı da 15 milyon 100 bine ulaştı. Son on yılda böylesine yüksek bir rakam ilk defa görülüyor.
27 üyeli Avrupa Birliği içinde işsizlik, Temmuz’da yüzde 9’a yani yaklaşık 22 milyon kişiye ulaşmış durumda. Bu da 2005 yılından bu yana kayda geçen en yüksek işsizlik.

Fransa’nın Nisan-Haziran aylarını kapsayan üç aylık dönemde, resesyondan (durgunluk) çıktığı açıklanmıştı. Ancak bu ülkede Temmuz ayında işsizlik oranı yüzde 9,6’dan yüzde 9,8’e çıktı.

Almanya da üç aylık dönemde resesyondan çıkmıştı. Fakat burada da yüzde 7,7’lik işsizlik oranında düşme görülmedi. Almanya’da işsizlik Ağustos ayı itibariyle yüzde 8.3’e kadar tırmandığı anlaşılıyor.

Temmuz ayı rakamlarına göre, yıllık işsizlik oranının en yüksek olduğu ülke yüzde 18,5 ile İspanya. Üstelik bu ülkede işsizlik en çok genç kuşağı etkiliyor. Şu anda İspanya’da 25 yaşının altındaki çalışabilir nüfusun yüzde 38’i işsiz. İşsizliğin en düşük olduğu ülke ise Hollanda. Hollanda’da Temmuz ayın itibariyle son bir yıllık işsizlik yüzde 3,4.

Dünyanın en büyük ikinci ekonomisi durumundaki Japon ekonomisinde işsizlik Temmuz ayında yüzde 5,7’ye tırmandı.

Türkiye’de GSYH oranına göre, ekonomideki küçülmenin devam ettiğini gösteriyor. Geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 7’lik bir küçülmeyle birlikte, Türkiye ekonomisi tam üç çeyrektir diplerde geziyor. Türkiye’de birinci çeyrekteki daralma yüzde 14,3 düzeyinde idi. İkinci çeyrekte daralma yüzdesi yüzde 7 oldu.

Ülkemizdeki bu yüzde 7’lik küçülmeyi, bazı ülkelerin ikinci çeyrek büyüme rakamlarıyla karşılaştırarak bir sonuca gidelim!
The Economist’te göre; ABD ekonomisi ikinci çeyrekte yüzde 3,9, İngiltere ekonomisi yüzde 5,5 oranında küçüldü. Dikkat edilecek olursa bu iki ülke; küresel mali krizin üstleri konumunda. Küresel kriz buralardan periferiye (çevreye) yayıldı.

Devam edelim. Almanya yüzde 5,9, Fransa yüzde 2,9, Yunanistan yüzde 6, İtalya yüzde 6, İspanya yüzde 4,2 oranında küçüldü. Türkiye ekonomisi ise, yüzde 7 küçüldü.

Bu rakamların anlamı şudur: Küresel krizden en çok etkilenen ülke, Türkiye olmuştur. Yüzde 7’lik küçülmeye sevinmek, olumlu bulmak gülünç bir durumdur.

Sonuç olarak, bu rakamlar da gösteriyor ki; küresel ekonomik kriz sonrası haneler perişandır. İnsanlarımız bitkin ve çaresizdir.
IMF reçetelerine, Dünya Bankası oyunlarına bağlı bir Türk ekonomisi perişan olmaya mahkûmdur.

Bu bitkinlik ve çaresizlik fotoğrafını değiştirmek, yine bu bitkin ve çaresiz insanların görevidir. Öyle ise ya ÇARESİZ siniz, ya da ÇARE SİZSİNİZ!..

AHLÂKİ FELAKET İLE YÜZLEŞMEK - Fahrettin ALİŞAR

AHLÂKİ FELAKET İLE YÜZLEŞMEK

Fahrettin ALİŞAR


Geçen hafta İstanbul’da büyük bir sel felaketi yaşandı. Bu felakette, can ve mal kaybına neden olan unsurlar konusunda, ülke olarak sınıfta kaldık. Yazımızın konusu, dereağızlarına imar verilmesi ya da çarpık kentleşme gibi konular değil. Bu toplumda, can derdindeki kardeşinin mallarını yağmayan insan tiplerinin var olması.
Her insan, ölümün sıcaklığını duyarak, ölüye ait bir eşyası çalamaz. Bu şok edici bir durumdur. Bu durumu bireysel bir vaka olarak görerek vicdanımızı rahatlatamayız. Sel felaketi sonrasında, ortaya saçılan eşyalara, yeni bulunmuş ganimet gibi saldıran insanların varlığı, bu toplum için en büyük tehdittir. Onlarca insanın, kaybedilen canları, yok olan hayatları ve çöken binalarını bir kenara bırakarak, can havliyle etrafa saçılan malları yağma ruhu nasıl bir ruhtur?

Selin bastığı depolardan, ortaya saçılan eşyaları, çamurların içinden toplayarak, bir başkasına satmaya kalkanların varlığı, bu toplum için büyük bir tehdittir. Bu bir toplumsal yağmanın fotoğrafıdır. Ülkemiz geldiği ahlakı seviyeyi gösterir.

Bu yağma olayının, mübarek Ramazan ayında gerçekleşmesi de durumu daha da vahim kılan bir husustur. Tabiri caiz ise “ölü soygunculuğu” diyebileceğimiz bu yağmayı yapanların birçoğu belki de oruç tutuyordu. Bu yağmacıların çoğu, Yunus Emre’nin:
“-Mal sahibi, mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi.” Sözünü de biliyordu.
Daha bir ay öncesi, bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetmiş insanların üzerine gazete kağıdı örtmüşler. Yolun kenarına saçılmış cenazeler için ambulanslar gelmiş, cenazeler için araçtan tabutlar indiriliyor. Sağlık personeli cenazeleri tabuta yerleştirirken, bir vatandaş yardım ediyor görüntüsü ile yaklaşıyor ve biraz önce ölmüş olan cesedin cebinden cep telefonunu çalıyor. Hem hırsızlık yapıyor hem de cesedi tabuta yerleştiriyor, uzaklaşırken polis tarafından yakalanıyor.

Bu tür olaylarda sergilenen olumsuz tavırlar, toplumsal yozlaşmanın, değer kaybının derecesini gösterir.

Ülkemizde 1980’li yıllardan sonra törpülenen idealizmin yerini, nasıl olursa olsun paraya-mala sahip olma anlayışı almıştır.
Bir insan; ilkesiz ise, idealsiz ise, iddiasız ise mutlaka fırsatçı olur. Bu tip insanın, sınırları kaybolmuş, ölçüleri yok olmuş, değerleri işlevsizleşmiştir. Sınırları kaybolmuş, ölçüleri yok olmuş, değerleri işlevsizleşmiş toplumlarda, erdemli insanların yaşama şansı oldukça zordur.

Bir ülkede toplumsal çürüme, ahlak rezervlerinin tüketilmesi ile başlar. Ülkemizdeki çürük binalar, çöken yollar, yıkılan duvarlar, aslında kirli ahlâkın dışa vuran yüzüdür.

Ülkemizdeki esas tehlike; çarpık yapılaşmanın, çürük binaların, çöken yolların, yıkılan duvarların ardından akan selin ortaya çıkardığı ahlâki felakettir.

Ülkemiz bu ahlâki felaket ile yüzleşmek zorundadır.

12 EYLÜL - Fahrettin ALİŞAR

12 EYLÜL
Fahrettin ALİŞAR


12 Eylül 1980 günü, sıradan bir askeri darbe günü değildi. Türkiye’nin idealist gençliğini, yetişkinini törpüleyen,”millî refleksini” yok eden günün adı idi.

Dönemin Amerikancılarının, Batıcılarının, bunların ajan provokatörlerinin, bir günde önünün açıldığı gündü.

ABD, İsrail ve AB şeflerinin, perde gerisinde cuntacılık yaptığı gündü.

Bugün neler olmadı ki? İdealist geçlik ezildi, örselendi, sürüldü, hapsedildi, idam edildi. Ülkenin geleceğinde etkili olacak “idealist gençlik”, “sakıncalı” ilân edildi.

Bahsettiğim gençlik, belli bir kesimi kastettiğim gençlik değil elbet. “Sizinkiler- bizimkiler”, “şucular-bucular” asla değil. “Amerikan postalı görmek istemeyen” devrimcisi, “millî direnç” özelliği taşıyan bütün gençlik yani “idealist gençlik”.

12 Eylül’den sonra, Ülke yönetimi; çaycılara, neme lazımcılara, etliye ve sütlüye karışmayanlara, çöplere, otlara kaldı.

Artık ülke; iddiasız, idealsiz kişilerin egemenliğine terk edildi.

12 Eylül; Türkiye’nin bağışıklık sistemini felç etti. İhanet çetelerinin yolunu açtı. İlkesiz, iddiasız ve idealsiz bırakılan gençlik, sonunda kendi kimliğine karşı kurulan komplonun bir parçası haline geldi.

12 Eylül’den sonra gençlik arasında, kendinden uzaklaştıkça kendini bulacağını sanan bir anlayış hızla yerleşti. Kendini bilmeden, kendisi olmadan başkası olmaya özendirilen bir gençlik oluşturma gayretleri başarıya ulaştı.

Gençlik; millî, ahlâki, insani ve manevi değerlerden mümkün olduğunca uzaklaştırıldı. Küresel güçler; Müslüman Türk Gençliği’ne karşı yabancılaştırma operasyonu çerçevesinde, yerli etki ajanlarını çok iyi çalıştırdı.

12 Eylül’de; saldıranla savunan, testiyi getirenle kıran bir tutuldu. İdealist gençlik işkenceden geçirildi. İdealist gençlik; dünyadan tecrit edilerek hücrelere tıkıldı, işkenceye tabi tutuldu.

Bu işkence neticesinde idealist gençlik; ülkeyi, devleti ve milleti kurtarmayı bir kenara bırakıp, kendini kurtarmanın yollarını aramaya başladı.

Aradan 28 yıl geçti. ABD ve AB emperyalizmine karşı, artık gençlik sivil tepki ortaya koymuyor. Gençliğimizin çoğunluğu, suya, sabuna dokunmayanların varlığından oluşuyor.

12 Eylül ürünü gençliğin fotoğrafı ortada. Sorgulamayan, fincancı katırlarını ürkütmeyen, yeme-içmeyi, müzik dinlemeyi düşünen, sevişme duygusu ile dolu bir gençlik.

Üstad Necip Fazıl’ın gözüyle 12 Eylül:

“-Zindan iki hece Mehmedim lâfta,

Baba katiliyle baban bir safta!”

12 Eylül’ün “kara kutusu” hiç konuşulmadı. Gazeteci-yazar Sayın Yavuz Donat bir kitap yazdı. Adı, “Cumhuriyet’in kara kutusu Süleyman Demirel Anlatıyor”. Bunu okuma fırsatı bulanlar hatırlayacaktır, Yavuz Donat Süleyman Demirel’e, “Kenan Paşa parti kurar mı?” diye soruyor ve Demirel’in verdiği cevap ilginç:

“-Kenan Paşa o hatayı asla yapmaz. Çünkü O’na sorarım: ‘13 Eylül günü duran kan, 11 Eylül günü neden akıyordu? Siz 11 Eylül 1980 günü Antalya Tapu Müdürü mü idiniz?’”

Kara kutuyu incelemeye devam edelim. 11 Eylül 1980 gecesi, ABD Başkanı Jimmy Carter’a, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Türkiye Masası Sorumlusu Paul Henze tarafından çekilen mesaj ne diyordu?

“-Bizim çocuklar, işi bitirdi!”

Kara kutuyu daha fazla kurcalamaya gerek var mı? “AB(D)’nin Çocukları işi bitirdi!”

Evet, 12 Eylül 1980 günü, AB(D)’nin çocukları, idealist, millî, ahlâki, insani ve manevi değerlerine bağlı gençliğin işini bitirdi. Bu idealist geçlik ezildi, örselendi, sürüldü, hapsedildi, idam edildi, lanetlendi. “Sakıncalı” ilân edildi.

İleride Ülke yönetimi için; fincancı katırlarını ürkütmeyenlerin, yeme-içme ve müzik dinlemeyi düşünenlerin, çaycıların, neme lâzımcıların, etliye ve sütlüye karışmayanların önü açıldı.

ABDÜLHAMİT’TEN JAPON İMPARATORU’NA ROBOT - Fahrettin ALİŞAR

ABDÜLHAMİT’TEN JAPON İMPARATORU’NA ROBOT

Fahrettin ALİŞAR

İçimizden çıkan bazı yabancı beyinlerin “Kızıl Sultan” dedikleri Abdulhamid Han’ı, özellikle “Yahudi oyunlarını bozan basiretli lider” olarak biliriz. O öyle bir dönemde Osmanlı Devleti’ni yönetmiştir ki; o zamanki özellikle Ortadoğu’daki fotoğrafa bakmak bile onun büyüklüğünü anlatmaya yeter. Batı emperyalizmi tarafından “bağımsızlık” vaadi ile kandırılıp, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı isyana kalkışan Filistin halkı içindeki Lawrens’in tahrikleri ve dış borç batağında çırpınan bir devlet, ipin inceldiği en önemli nokta idi.

Osmanlı İmparatorluğu’nun, “dış borç” batağı içinde çırpındığı bir dönemde, Theodor Hezl denen karanlık bir adam İstanbul’a çıkageldi. Herzl, 21-31 Ağustos 1897 tarihleri arasında Basel’de, “Birinci Siyonist Kongresi”ni düzenleyen bir zattı. Yahudileri “vaat edilmiş topraklarda” toplayarak, bağımsız bir devlet kurmayı amaçlıyordu. Bunun için, batıdaki zengin işadamlarının desteği ile büyük “fonlar” oluşturmuş, son derece örgütlü bir “lobicilik” faaliyetine başlamıştı.

Bir sabah hatırı sayılır bazı aracıları vasıtası ile Sultan Abdülhamid’in huzuruna çıktı. Aynen şu teklifi sundu:

“-Eğer Filistin’de bir miktar toprağı, yerleşim alanı olarak bize devrederseniz, Avrupa Borsası’nı elinde tutan Yahudi bankerleri, Osmanlı’nın bütün dış borçlarını ödeyecek.”

Bu küstah teklif karşısında hiddetlenen Abdülhamid birden gürledi:

“-Vatanın bir karış toprağı bile satılık değildir. Zira bu vatan bana değil, Milleti’me aittir. Milletim bu toprakları kanlarını dökerek kazanmıştır. Ne ile aldıysak ancak onunla geri veririz.”

Aldığı cevap ile şaşkına dönen Theodor Hezl, daha sonra defalarca Sultan Abdülhamid ile görüşmeye çalışmış ise de, bir daha Saray’ın kapısından içeri girememiştir.

Yaşan bu olaydan sonra Filistin topraklarında Yahudilere vize verilmemiş, buraya girişleri yasaklanmıştır. Sultan Abdülhamid bölgedeki stratejik öneme sahip arazileri de kendi şahsi mülkiyetine alarak, Siyonistlerin eline geçmesini o dönem için engellemiştir.

Theodor Hezl, 1897’de şöyle diyordu:

“-Basel’de ben Yahudi Devleti’ni kurdum. 5 veya 50 sene sonra herkes bunu böyle bilecektir. Sınırlarımız Kuzeyde Kapadokya’daki dağlara, Güneyde de Süveyş kanalına kadar dayanıyor. Sloganımız Davut ve Süleyman’ın Filistini olacaktır. Siyonizmin amaçlarına ulaşabilmesi için Osmanlı’nın dağılmasını beklemeliyiz.” (Theodor Herzl, The Complete Diaries of Theodor Herzl)

****

Bizim bu yönüyle öğündüğümüz Sultan Abdülhamid’ın, teknolojiye çok büyük önem verdiği ortaya çıktı.

Bundan tam 120 yıl önce II.Abdülhamid’in Japonya’ya robot gönderdiğini araştırmacı-yazar Oktan Keleş’in arşivinden öğrendik. 1889 yılında, insan şeklide tasarlanan ve ismi “Alamet” olan robotun özelliği ise, sema edip, yarım metre yürüyebilmesi ve her saat başı ezan okuyabilmesi idi. Değerli araştırmacı-yazar Oktan Keleş’in arşivinde yer alan “Alamet”in orijinal fotoğrafları, Yıldız Sarayı yangınında zarar görmüş.

Sultan II.Abdülhamid Han asrın teknoloji harikası bu eseri, Ertuğrul Firkateyni vasıtasıyla , yazdığı bir özel mektupla, hediyeler ve nişanlar ile beraber Japon İmparatoru’na göndermişti. Firkateyn dönüş yolunda 450 mürettebatıyla birlikte batmıştı. 120 yıl önce yapılan robotun özellikleri şunlar: “Semazen şeklide, normal bir insan boyuna yakın, saatli bir robot. Kaideye oturtulmuş gövdesi, saat bası sema ediyor. Bu esnada kollarını açıyor. Gümüş levhalardan yapılmış etekleri açılıyor ve aynı anda ezan okuyor. Tüm bunları yaparken yarım metre yürüyor, dönüyor ve ezan bitince de tekrar yarım metre geri giderek yerine aynı zamanda dönüyor, kollarını ve eteklerini indiriyor. Robotun tamamı gümüş ve altın kaplamadan yapılmıştı. Robotun arka kısmında kurma yeri mevcuttu ve yedi günde bir kuruluyordu.”

Sultan Abdülhamit Han’ın çağdaşı olan Japon İmparatoru Meji’nin yeğeni Prens Komatsu’nun, gemiyle İstanbul’a gelişi ve Sultan’a çeşitli hediyeler getirmesiyle başlıyor bu tarihi ilginç olay. Sarayda ağırlanan Prensin ardından, 1889’da İstanbul’a özel elçiler gönderen Japon İmparatoru, Sultan Abdülhamid’e Japonya’nın en büyük alameti olan Büyük Krizantem Nişanı’nın da içinde bulunduğu çeşitli hediyelerle beraber bir mektup yollar. Japon İmparatoru mektubunda Abdülhamid Han’dan İslam Dini, ilim ve teknolojik gelişmeler, vakıflar, hayır kurumları gibi konularda Japonca veya Fransızca bilgiler gönderilmesini rica eder. Abdülhamid Han, saat mekaniğini çok iyi bilen ve aynı zamanda Yeni Kapı Mevlihanesi saat sanatkarı usta Dede’den daha önce hiç yapılmamış, eşi benzeri olmayan, teknolojik bir saat yapmasını ister. Derviş Dede bir fikir ortaya atar ve “bu saat Semazen şeklinde olsun, her saat başı kollarını açıp sema etsin ve gong çalsın!” der. Sultan Abdülhamid Han projeyi inceledikten sonra, gong yerine robotun her saat başı ezan okumasını ister.

“Yalan söyleyen tarih utansın!” diyen yazarımızın kulakları çınlasın!.

FAHRETTİN ALİŞAR

FAHRETTİN ALİŞAR


1963 yılında Konya'nın Derbent İlçesi'nde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Derbent ve Konya'da, yüksek öğrenimini G.Ü. Eğitim Fakültesi'nde tamamladı. A.Ü.de lisansüstü eğitimini (mastırını) bitirdi. Yüksek lisans tezini "Türk Memur Sendikacılığının Örgüt Yapısı ve Model Yaklaşımı" konusunda hazırladı.
Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde 17 yıl öğretmenlik ve idarecilikten sonra, Başbakanlık Müşavirliği görevine atandı. 3 yıl Devlet Bakanı Danışmanı olarak görev yaptı. Daha sonra Başbakanlık ÖZİ'ye uzman olarak atandı. Halen bu görevine devam etmektedir.
Mersin'de görev yaptığı yıllar; İçel halk kültürünün araştırılması ve yazılı hale getirilmesi amacıyla, bölgede derleme çalışmaları yaptı. Derlemelerini İçel Kültürü Dergisi, Erciyes Dergisi, Güneyde Kültür Dergisi, Millî Kültür Dergisi ve Millî Folklor Dergisi'nde yayınladı.

10 yıl süreyle Mersin'de, İçel Kültürü Dergisi'nin çıkarılmasına katkıda bulundu.
TRT GAP Televizyonu'na, KKTC Çocuk Oyunları ve İçel Çocuk Oyunları'nı hazırladı ve bu programların danışmanlığını yaptı.
Birçok dergi, bülten ve gazetede; halk bilimi, eğitim ve kamu sendikacılığı konularında araştırma ve makaleleri yayınlandı. Yine birçok yerel ve genel televizyonda bu konularda televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı.
Ahmet Yesevi Üniversitesi Ankara temsilcisidir.
Türkiye Yazarlar Birliği, İLESAM ve Türk Folklor Araştırmaları Kurumu üyesidir.

YAYINLANMIŞ ESERLERİ

· İçel Çocuk Folkloru
· KKTC Çocuk Folkloru
· DERBENT
· ÇİĞİL TÜRKLERİ ve AŞAĞIÇİĞİL
· Nefsimize Zor Gelen Yazılar
· Kamuda Görevde Yükselme Kitabı (GYS)
· Konya Çanakkale Şehitlerimiz
· Derbentli Şehitlerimiz

YAYINA HAZIR ESERLERİ

·Konya Yer Adları, Yerleşik Bulunan Oymak, Cemaat ve Aşiretler
·Türk Memur Sendikacılığının Örgüt Yapısı ve Model Yaklaşımı (Tez Konusu)

falisar@mynet.com